Kendi hareketlerimizin garabetinden gaflet ederek başkalarının yaptıklarında daima mantık aramak adetinden korunmalı ve kurtulmalıyız.
---
Çünkü kendini bilmeyen bir hafif delişmenlik bir nevi kurtuluştur.Hayal içinde yüzen insanlar belki etrafındakileri üzerler, fakat gördüğümüz hakikat değil, inandıkları hülya içinde kalarak kendilerini bu imanla kurtarırlar!
---
Başkalarının mütefekkirlerine tesir etmek için samimiyetin kafi gelmediğini, herkesin kendi mantığımızla düşünmediğini, insanların bir kısmının bizim ruhumuzla hiçbir alakaları olmadığını ve birçok şeylerin bu bakımdan ne güç olduğunu anlarız.
---
Nerede sadakat beklersek orada ihanete uğrarız.Nerede kibarlık arasak orada bayağılığa rastlarız.Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz.Gençliğimizin saffetli zamanlarında menfaatine yardım etmiş olduklarımıza, senelerden sonra, rast gelince geçmiş zamanların olgunlaştırdığı bir eski muhabbetle karşılanacağımızı sanarız ve yıllanmış bir kinle karşılaşırız.İnce birtakım vefakarlıklar uğruna çürüttüğümüzü gördüğümüz bir ömrün akşamında başkaları gizlendikleri bataklıklar içinden yılan başlarını kaldırarak bize ıslık çalarlar.Düşünmeyiz ki çektiğimiz onlara itimat etmiş saffetimizin cezası ve muhabbet göstermiş zaafımızın belasıdır.
---
Düşündükleri gibi yaşamak kahramanlığını gösteremeyen insanların çokları gibi yaşadıkları gibi düşünmeğe tenezzül etmezler de fikirleriyle hareketleri arasında tezattan tezada düşmekte mahzur görmezler.
---
Herkesin cehaleti bilmediği şeyler kadar da bildiğini sandığı şeylerden doğar.
---
Hayat bir hesap cetveli değil, mütemadi bir doğuş, oluş ve küçük küçük ölüşlerdir.
---
Yine bu adamlar sizin bildiğiniz bir mesele hakkında samimiyetle verdiğiniz izahata hiçbir kıymet atfetmezler de kendi söyledikleri rastgele her söz kendilerine bir vecize görünür.Bunların içinde muharrir olanları da vardır ki her hatırlarından geçeni yazıverirlerken bu fikirlere artık kati şekillerini vermiş olduklarını sanırlar.Bu yavan ve perişan sözleri size okuyunca sükutunuz karşısında, "Sanki neye beğenmiyor?Acaba anlamıyor mu?" diye şaşarlar.
---
Filhakika sinsi bir adamın hafif telmihlerle yazdığı şeyler daha ziyade inandırıcıdır ve bir şöhreti zehirlemeye daha ziyade yarar.
---
Mesela eniştemiz oyun oynamayı, bilhassa pokeri pek severdi.Fakat oynarken namaz vakti geldi mi, kağıtları masanın üstüne bırakır ve yakın bir yerde namaza dururmuş.Babam, amcam, komşu Şahin Paşa ve mösyö Timoni namazın bitmesini beklerler, "Hacı Bey'in deliliği yüzünden neler çekiyoruz!" derlermiş ve eniştemize sorarsanız, babam enfiye çeker, amcam lahavle çeker, Şahin Paşa tesbihini çeker ve Mösyö Timoni içini çekermiş!
---
Bazan bir ruhu kavramak için son derece iyi bir kalbe koşulu bir çift gözü görmek kafi gelir.
---
Çokluğun seviyesini aşanlar çok kere anlaşılmamaya mahkumdurlar.Ekseriyet hep kendi seviyesinde bir sözcük arar.Her meclis içinde en zekinin sözü en makulüdür, fakat herkes bunu anlayamaz.
---
İnsanlar hep yanlarındakilerin ruhlarını kemirerek ve kanlarını emerek yaşarlar.
---
Deli eniştemiz, Arapça'dan yana o kadar alim görünmek isterdi ki dilinin altında zikredecek hazır bir söz bulmasa, bunu kendi uydururdu.Bir gün intihar etmiş bir adamdan bahsolunurken, "El intihar eşeddi minen nar!" demişti ve anneannem ilk defa duyarak bir şeye benzetemediği bu söz karşısında "A! O da ne demek?" diye sorunca, eniştemiz, ciddiyetini bozmadan "İntihar ateşten de beterdir demek!" diye cevap verdi.
---
Komşular, bâzan, gece yarılarında, deli eniştemizin, köşkünde, perdeleri
indirilmemiş pencereler önünden, dalgın bir eda ile elinde bir şamdan
veya bir lâmba tutarak geçtiğini, dolaştığını uzakran hayal meyal
seçerler, "Deli Vâmık Bey bu saatte acaba ne diye dolaşıyor, kim bilir?"
derler ve şamdanını perdelere yakın veya lâmbasını çarpık tuttuğunu
görerek bir yangın çıkarmasından korkarlarmış.
---
Eski insanların kendilerine meçhul olan dünya hudutları karşısındaki korkuları gibi bir his bana bazan eniştemizin hikayelerinin hikaye edilmez kısımlara vardığını duyururdu.
---
Zira hakikatle çarpışan hangi bir hayal vardır ki kırılmasın.
---
Canımızı yakmış olanları mazur görerek onlara bir daha itimat etmekten bizi men eden daima en derin ve en emin duygumuz olan nefsimizi müdafaa kaygımızdır.Talihlerini birleştirip bir arada yaşayanlar arasında çok kere o kadar kırgınlık olur, bezginlik öyle çoğalır ki bunların artık birbirlerine karşı tövbe kapıları tamamen kapanır.
---
Halama, tekrar aldanmasına kocasına barışmasına mani olarak, yalnızlığı tercih ettiren sebep tabiatlardaki adiliklerin ıslah edilemeyeceği hakkındaki kanaatıydı.Bunları değiştiremez, belki ancak şerlerinden kendimizi koruyabiliriz.
---
Çoğumuzu öldüren, yabancıların gözlerine görünemeyecek kadar küçük birtakım sebeplerdir.Bizi hayatımız boyunca sürükleyen o kör, sağır ve dilsiz kuvvetlerimiz çok kere kendilerine muhalif unsurların hücumuna maruz kalır ve başkalarının nefesleriyle zehirlenerek kendimize düşman bir havaya kurban oluruz.
---
Her canavar, böyle, maruz kaldığı muhtelif rüzgarlardan zehirlenir.Ejderhaları çıldırtan hafif meltemler vardır.Felaket ve saadetimize sebep olan, hep duygularımızın ince birtakım nüktelerinden ibarettir.Hepimizi öldüren, çok kere, hayatın, yabancıların, ekseriyetin ve talihin mümessilleri gibi telakki ettiğimiz birtakım unutkanlıklar, ihmaller ve tekasüllerdir.İnsanları öldüren, başkalarının gözlerine görünemeyecek kadar küçük birtakım nezaketsizliklerdir.
---
Hayatımız sırf maddi olduğu iddia edilen bir dünyada değil, gönlümüzdeki kâh cennetleşen ve kâh cehennemleşen bir alemde geçer.
---
Herkesin hakikat diye telakki ettiği görünüşü herkes başka türlü görmeye mahkumdur.Hiç kimse yoktur ki dünyayı biraz kendine çekmesin.Zira gözlerimiz hakikat dediğimiz bu dünyayı gördüğü anda onu derhal kendimize göre tahrif etmeye başlar.
---
Bu ücra yerlerde öksüz çocuklar gibi kaldık! Rüzgardan başka hatırımızı soran yok!
---
Halamın o kadar melekane bir sabrı vardı ki, eğer Bahariye Mevlevihanesi şeyhinin bizde bulunduğu bir gece, onun çaldığı neyi dinlerken mehtaba karşı nasıl uzun uzun ağladığını görmemiş olsaydım, hakkında bütün işittiklerime ve bildiklerime rağmen buhransız bir ömür sürmüş olduğunu zannedecekti.Fakat o gecenin mehtabında ruhunun buhranını görmüştüm ve ney seslerinin ruhundan boşalttığı göz yaşlarının parıltılarını bir türlü unutamıyorum.
---
Deli eniştemiz, Arabistan vilayetlerinin bilmem hangi birinde defterdarken azlolunup İstanbul'a döndükten sonra, kendini yine bir yere tayin ettirmeğe uğraştığı bir gün Fincancılar yokuşunun başında, bir hurmacının tablasında, üstlerine vuran güneş ışığıyla parıldayan hurmalara, uzaktan imrenmiş.Kupkuru bir Arap olan satıcıya fiyatlarını sormakla beraber, yakından ezik ve birbirlerine yapışık olduğunu gördüğü hurmaları beğenmeyerek, adam kendisine "On kuruş!" diye cevap verince, "Hiç bu pis hurmalar da on kuruş eder mi?" demiş.O zamana kadar kendi halinde bir adama benzeyen satıcı bu söz üzerinde birdenbire beklenmedik bir öfkeye tutulmuş.İnce ve asabi bir sesle "Ne?.." diye haykırmaya başlamış."Hurma pis?Demek Arap pis?Demek Mekkâ pis?Demek Peygamber..." Deli eniştemiz bunu işitince bakmış ki bu defa da Peygambere sövdüğü sanılarak başına yeni bir iş açılacak!Bir memuriyete konmayı umarken belki Fizan'ı boylayacak!Ödü kopmuş!Hemen Fincancılar yokuşundan aşağı dörtnala koşmaya başlamış.Hem koşar, hem arada bir döner, arkasından Arap geliyor mu, diye bakarmış.Nihayet, yokuşun alt başında uzaktan bir polis görünce aklı başına gelmiş.Bu defa da polisin belki kendisinden ne diye koştuğunu tahkik edebileceğinden çekinerek duraklamış.Bizim tekrar tekrar dinlemeği sevdiğimiz bu fıkrayı anlatırken o hâlâ bu işten ucuz kurtulmuş olmasının heyecanını duyardı.
---
Vaktiyle dünyayı saran adilikleri düzeltmenin imkanı olmadığını, belki ancak bunlardan kendimizi korumanın mümkün olabileceğini görmüş; imkanların bütün cüce boylarını ve imkansızlıkların dev cüsselerini ölçmüş gözleri, illetleri görerek kendi hususiyetlerine daha ziyade ere ere, şimdi öyle bir idrakib hüznüne varmıştı ki görünüşleri insana acı ve yakıcı geliyordu.
---
Muhitlerinde yine kifayetsiz bir aklın kaba saba görüşleri ve yine kısır kalplerin duygusuzlukları ve bütün bu malzemelerle örülen zavallı hayatların tezatları devam ediyor.
---
Artık onlarla birlikte düşünmeye alıştığımız fikirleri bir daha deşemeyecek ve onlarla birlikte gülmeye alışkın olduğumuz mevzularda bir daha gülemeyeceğiz demektir.
---
Bezgin günlerimizde, dünyanın manaları güya vücudumuzdan akan kanlar gibi, gönlümüzden boşalarak, artık her şey gözümüzden düşünce, biz, odamızın inine çekilecek, yatağımızın deryasına dalacağız.O zaman hafızamızın ufuklarında eski muhabbbetli günler ve ski lezzetli geceler, melek kanatlarıyla gelerek ve melek sesleriyle mırıldanarak, bizi eski ninniler gibi uyutacak! Yaralanmış gibi yattığımız yataklar bizi vapurlar ve trenler gibi hülyalarımızın ikliminde ve rüyalarımızın diyarında dolaştıracak ve biz, bu yorgun seyahatlerden, geceden doğan günler gibi, yine dinlenmiş çıkacağız.
---
Bazan evimizde itibarımızı artıran, herkese nazımızı çektiren ve bizi dinlendiren küçük hastalıklarımız olacak ve bunlarla hislerimiz inceleşecek.
---
Nice insanlar biçare ömürlerinin maceralarını en tuhaf vakalar gibi hikaye ederek bizi güldüren garabetlerine yine devam edecekler.Nice zevkleri, bozuk paralar gibi harcamak için, cebimizden çıkaracağız.
---
Hayat gitgide derin bir rüyaya dönecek.Acımtırak zamanların salkımlarından sağdığımız bir zevk, hayal, hasret ve hatırlayış bizim mahzun saadetimiz olacak!
---
Yavaş yavaş, parça parça ölen bizler, ölülerin birdenbire ne kadar ölmüş olduklarına bir türlü akıl erdiremiyoruz.
---
Ölülerin arkasında kalanlar, onların hatıralarını da ancak kendi boylarına indirerek, kendi huylarıyla bozarak, ve kendi unutkanlıklarına göre parça parça hatırlarlar.Bu da, hislerin alacakaranlığında, başkalarının hafızalarında, yani dünyanın en az emin olan sahasında, onlara nasip olan sonuncu bir kalış, bir hayal varlığının sonuncu gölgeleridir.Zira kendilerini biraz tanımış olan bu unutkanlar da bir gün gidince artık yeryüzünde onları biraz olsun sayıklayacak kimseler bulunmaz!
---
Bize yabancı yıldızlar altında duyduğumuz bu hakiki kimsesizliği artık hiçbir şey telafi ve teselli edemez.Zira dünyanın en güzel hülyası olan ahireti kaybetmiş ve böylece en emin tesellisinden mahrum kalmış insanlar, cennetten kovularak kendi içlerine kapanmış sürgünleriz.Vaktiyle birer birer sanki başlarımız için yandıklarını sandığımız yıldızların manevi bakımdan döndüklerini ve artık ruhumuzun ölmüş hülyalarına yanan birer türbe kandiline döndüklerini görüyoruz.
---
Bize hiçbir zaman hakiki huyunu ve çıplak yüzünü göstermeyen ve ömrümüz boyunca, biz değiştikçe, kendi de şekilden şekle girip inkılap eden bütün bu kainatı ve ondaki hayatı bir rüya görüşü olarak telakkiden başka bir çare bulunamıyor.Shakespeare'in "Dünyalar, rüyaların nescinden yapılmıştır.Onlar da, bunlar gibi, bir iz bırakmadan dağılacak!" sözü her bakımdan yeryüzünün en büyük hakikati ve insan anlayışının en derin görüşü olarak kalıyor.
Çamlıca'daki Eniştemiz
Abdülhak Şinasi Hisar