11 Haziran 2020 Perşembe

Masal Dünyamız, Asaf Halet Çelebi Konferansı


Yeditepe Dergisi Not: 1958 yılı Ekim ayında kaybettiğimiz Asaf Halet Çelebi şimdi sayfalarımıza geçirdiğimiz bu konferansını 6 Kasım 1958 günü İstanbul Hemşehrileri Derneği'nde vermek üzere hazırlamıştı fakat ömrü yetmedi.

Asaf Halet Çelebi'nin Bir Konferansı

MASAL DÜNYAMIZ

İnsan oğlu düşündüğü ve düşündüğünü sezildiği andan itibaren masal söylemeğe başlamış, tarihin kayıt ettiği ve hatta edemediği zamandan bugüne kadar da masal söylemekte devam etmiştir.

Masallar düşünceler kadar da saridir.Hiindistan'ın cesim ağaçlarla kaplı, rutubetli ormanlarından Arabistan'ın kurak çöllerine, şimalin dantel gibi girift fiyortlarından Akdeniz'in ılık meltemler esen diyarlarında dolaşıp durur.Her memleketten bir renk, bir koku getirir.Çok defa masalların menşe'leri bile bilinmez.Çünkü nasıl bütün dünyanın çocuklarında birbirine benzeyen müşterek bir taraf varsa bu masalların da öyle müşterek bir tarafları vardır.Girdikleri cemiyet ve milletlere göre ufak tefek değişikliklere uğrar, onların bünyesine göre bir hal alır.Fakat ne olursa olsun hayal kuran insanın, daima çocuk ve saf olan insanın karihasından doğduğu için bu saflığı ve hayal genişliği onun ayırıcı ve müşterek vasfı olur.

Her milletin kendine has bir anlayışı olduğu gibi bu masallar o milletlerin cemiyet ve fertlerinin hususiyetlerini de az çok belirten en kıymetli aynalardan birisidir.

Masallar folklor bakımından da türkülerden daha seyyal ve ekseriya daha da renkli olurlar.Çünkü masallarda hayal gemi azıya alır ve istediği gibi düşünceleri arkasından sürükler.Fakat her millete mensup fertlerin ruh ve fikir seviyelerine göre bir kaşeye bürünür.Onlarda her milletin kendisine ait düşünüşü vardır.Onun için masalların birbirine benzeyen örgülerinden ziyade tahkiye tarzları, hayallerinin dizilişindeki hususiyetleri ve halk ananelerine temas eden teferruatı mühimdir

İstanbul masalları muhakkak ki Türk masalları denen kümenin bir parçasıdır.Daha doğrusu İstanbul'da söylenen masallar belki Türk masallarının en güzelleridir demek doğru olur.Çünkü İstanbul çocuğu daha çok hayal kurmağa müsait olduğu gibi İstanbul'un eski çocukları olan nineleri de kendilerinden pek çok şeyler ilave ettikleri bu şeyleri torunlarına anlatmışlardı.

Türkiye masallarının muhtelif mıntıkalarda olan folklor kıymetini ölçmek için evvela mümkün olduğu kadar bu malzemeyi toplamak icap eder.Anadolu'nun muhtelif mıntıkalarında türkü, hikaye, masal ve sair nevileri üzerinde mühim malzemeler toplayarak bunların çoğunu üniversite yayınları arasında ondan fazla, büyük kitaplar halinde Profesör Caferoğlu Ahmet Bey'in mesaisiyle yine Anadolu'nun muhtelif mıntıkalarında masallar toplayıp henüz biri Fransızca diğeri Türkçe iki eser neşreden Pertev Naili Boratav'ın ilmi bütün şartları haiz olarak vücuda getirilmiş mühim eserlerdir.Ancak masal olarak bu şekilde İstanbul masalları Naki Tezel tarafından bundan yirmi sene evvel toplandı ve neşredildi.O zaman pek genç olan Naki Bey'in bu eseri şüphesiz bugün elimizde bulunan İstanbul masallarına ait dökümanların en mühimi olmakla beraber bu eserin yegane kusuru masalların hemen çoğunun hikaye edildikleri şekilde değil, düzeltilerek umumi yazı şivesine göre yazılmış olmalarındandır.Bununla beraber asıl masal şivesine göre uygun cümleler de yok değildir.Bir de masal söyleyenlerin adları, ve söyledikleri tarih tesbit edilememiştir.

Masal söyleyenlerin tesbiti, söylendiği tarih, hatta zaptedenlerin adları, varsa daha evvel kimlerden duyulduğunu kıskançlıkla kayıt etmek bile folklor araştırmalarının ilmi olması için elzemdir.Bunları zaptederken kelimelerdeki şive ve hatta fonetik hususiyetleri bile büyük bir titizlikle tesbit edilir.Ne yazık ki masal anlatan eski İstanbul ninelerini bulmak bugün daha çok güçleşmiştir.

Muhakkak ki benim çocukluğum çok güzel masalların söylendiği bir devirdi.Bunda biraz da benim hayatımdaki tesadüf ve imkanların da tesiri olmuştu.Çocukluğumun yapısında mühim tesiri olan bu masalların bu tesirlerini ben bugün bile kaybetmediğimi görürdüm.Şiirlerimin çoğunun nescini bile bu masal motifleri teşkil eder.

Bana göre masal dinlemiyen bir çocuk çok bedbaht bir insan olmıya namzet bir insandır.Milli şuur ve kültür yapan bütün folklor ananelerinin içinde bence masal en büyük rolü oynar.Zaten bir masaldan ibaret olan hayatımızın bir nevi sembolleşmesini biz ilk defa bize anlatılan bu masallarda görmez miyiz?..Hangi çocuk masalları sevmez?..Hangi çocuk o ilk şiir bahçesinin büyüleri içinde kendini unutmaz?..Çocuklarını masalsız büyüten hangi millet vardır?.

Hatta milletlerin teşekkülünde hususi bazı masallar onları bir araya toplamamış mıdır?.Her milletin kaynaklarında kendilerine mahsus "mythe"leri yok mudur?.Fin'lerin Kalavala'sı, Türk'lerin Oğuzname'leri, Cermen'lerin "Tannhauser"leri ve eski Yunanlıların o bitip tükenmez, şiir ve güzellik dünyaları olan mitolojileri bütün bu milletleri yapan unsurlardan biri değil midir?.

Sadetten uzaklaşmak istemiyorum.İstanbul masallarından bahsetmek için huzurunuzda bulunduğum şu salonda başka masal okuyacak değilim.

Yalnız madem ki çocukluğumda duyduğum masallardan bahsediyorum, evvela bana onları söyleyenlerin şahsiyetlerini belirtmek isterim.Bir kere diyebilirim ki, bana bu masalların çoğunu ümmi kimseler anlatmışlardı.Bu neviden bazı komşuların ihtiyar ve sevimli nineleri, hatta genç ve orta yaşlı hizmetçi, dadı, kalfa gibi komşularda veya bizde çalışan bu neviden kadınlar ve daha az nisbette erkekler olmuştur.Şunu da unutmamalıyım ki, İstanbul'da masal söylemek daha ziyade bir kadın işidir.Hoş, aşağı yukarı her yerde de bu biraz böyledir.(Müstesnaları hariç) nedense ihtiyar erkekler çocuklara masal söylemekte daha az müsamahalı görünürler.Ben de birçok akranlarım gibi erkeklerden ziyade kadınlardan masal dinlemişimdir.



Çocukluğumda masal en çok sevdiğim şeydi.Belki de her çocuktan daha büyük bir alaka ile dinlerdim.Şimdi hayatımın en güzel günlerini düşünürken de öyle zannediyorum ki bu masalların karışık çocuk rüyaları içinde geçen günlerim benim en mesut günlerimdi.O zaman hayallere karışan hakikatler bu kadar sert ve çirkin ve maddi görünmezdi.O zaman hakiki bir şiir aleminde yaşardım.O zaman sevgiler, korkular, iştiyakler hep bu masal dünyalarının anbarlarından akseden ışıklar içinde bana gelirdi.Seyyal bir his, düşünce, müşterek hayal ve renk muhitlerinden benim küçük kafamda da aynı tesirleri yapardı.Bu basit insanlarda ne kudret vardı ki insanlığımın hakiki şuurunu bana onlar sonradan dinlediğim hocalarımdan da okuduğum kitaplardan daha iyi anlattılar.O hayallerle ben etrafımdaki insanların bünyesini daha iyi anlayabildim.O müşterek hayallerde o müşterek şiirde ben bu memleketin, bu toprakların çocuklarını sevmeyi, bu vatana bağlanmayı öğretti.Onlar benden bir parça, daha doğrusu ben onlardan bir cüzdüm.Demir asa, demir çarıklı, dertli şehzade bendim.

Kaf dağlarına giden, ejderhalarla döğüşen delikanlı bendim.Huysuz ve hilekar çengi dilaralar, talibsiz turunç güzelleri, esrarlı benli bahriler, korkunç iğci babalarla akıllı küçük kız, adı Bahtiyar olan bedbaht, dağdan dağa gezip elbiseleri çalılarda yırtılan, kan revan içinde uzaklaşan sultan hanım, ne bileyim öyle çok nevilere mensup bütün bu insanlar kafilesi hem benim etrafımda yaşayan mahluklardı.Bahçelerde narlar ağlar, ayvalar güler, tütün çubuk içenler, lale sümbül biçerek geçenler, ağlayan gözlerden inciler dökülür, gülen yanaklarda güller açardı.Sanki bütün bunlar biraz ben, biraz benim gibi insanlardı.Bunların hepsini aşağı yukarı yanımda buluyordum.Ağaçlı bir yerde bir çeşme görsem bu muhakkak bir masaldan çıkmıştı.Gördüğüm eski bir konak muhakkak Bahtiyar'ın konağıydı.İçinden sedef kakmalı gümüş nalınları ile salına salına cariyeler çıkıp çeşmeye su doldurmaya gideceklerdi.Çiçekli bir daldan bir bahçe duvarına konan bir kuş bir anda silkinip bir insan olabilirdi.Memleketimin insanlarında ve manzaralarında muhakkak masallarımdan bir parça yahut masallarımda memleketimin akseden aynaları vardı.Onlar için sonsuz bir sevgi duyuyordum.

Bu masalları bana en çok söylemiş olan, bu hayalleri en ziyade başımın içine sokan belli başlı dört hanımdan bahsedeceğim.

1- Uzak akrabamızdan ve Cihangir'deki evimizde kalan Hacı Teyze dediğimiz ihtiyar bir hanım vardı.Bu hanım Bandırmalı idi.Fakat ömrünün büyük bir kısmını, gençliğini olduğu kadar ihtiyarlığını da, İstanbul'da geçirmişti.Yine gençliğinde Hicaz ve Arabistan'da bir hayli müddet yaşamıştı.Onun söylediği masallar tipik İstanbul masallarıydı.Fakat o masallarda sanki Marmara denizinin tuzlu meltemleri ve Arabistan çöllerinin bayıltıcı sıcak, mehtaplı gecelerinde bir şey sızardı.

2- Burunsuz Ziyneti Hanım denilen Merdiven köylü, bektaşi, tipik bir İstanbul kadını idi.O da zaman zaman Cihangir'deki konağımızda gelip kalan insanlardan idi.Gayet hoş sohbet, şakacı, hafif ruhlu ve sevimli bir ihtiyardı.Onun masalları hem korkunç, hem çok renkli, hayalleri de en geniş olanları arasında idi.Fakat bu korkunç şahsiyetler bile daima gülünç olmaktan geri kalmazdı.Hayatın en çetin yollarına karşı istihza ve istihfafı ben o hanımın anlattığı masallardan öğrendim.

3- Sudanlı Mehveş Kalfa, attığı gevrek kahkahaları kadar güzel ve hiç bir kahkaha duymadığım bu güzel yüzlü ve sevimli zenci ötekiler gibi yaşlı değildi.Yalnız müthiş bir hafızaya ve muhayyileye sahipti.Bana Afrika'da saman örülü kulübesini, babasını, ailesini, beraber oynayan çocukları, ağaçları, yayık döğen, hamur yoğuran, süt sağan kadınları, maymunları, Afrika köy hayatını bütün teferruatına kadar bir masal gibi anlatır, sonra da bambaşka bir insanmış gibi anlattıklarına hiç uymayan bir dünyanın renklerini, hayallerini işleyerek bambaşka masallar anlatırdı.Bunları bizzat yaşıyormuş gibi de heyecanlanırdı.Onun kadar kariha ve hayal genişliği olan hiçbir insan tanımadım.Her insana, hatta her zenciye benzemiyen tipi, açık ve her zaman gülen yüzünün arkasında öyle çok manalı bir ruh genişliğine, bir iç huzuruna malikti ki, bu kadar saf, temiz ve iyi insanı çok az tanıdım.Mehveş kalfa çocukluğumun sevgilisi idi.

4- Çerkeslerin Şapsih cinsinden çok  güzel menekşe rengi gözleri olan Servet Hanım adındaki bu ihtiyar hanım da dadım Nerves Kalfa gibi çetrefil dilli eski İstanbul tiplerindendi.Asıl adı Kosey'miş.Kafkasya'dan mavunalarla Karadeniz yolundan hicret ederlerken mini mini Kosey elinden bırakmadığı bir armoniği bu felaketli hava içinde çalmıya çalışırken babası kızıp elinden kaptığı gibi denize fırlatmış.Bana hatırayı anlatırken kaybedilen güzel şeylerin sonsuz hasretini belirten bir intiba bırakırdı.Bu zavallı kadına talih en güzel şeyleri verip almıştı.Arslan gibi gelinlik kızı veremden ölmüş.Bu kızın annemle çıkmış bir resmi hala gözümün önündedir.Oğlu Birinci Harpte şehit olmuş.Servet hanım da o çetrefil diliyle o kadar güzel masallar anlatırdı ki...Bu masallarda pırıl pırıl güneşli denizlerle, muhteşem eşyaları olan saraylar, geceleyin eriyen mumlar, fesi küçük şehzadeler, inanılmayacak garabetlerle dolu bir dünya, alışılması güç hayaller vardı.Fakat ben onlara alışmıştım.Bu masallar rüyalardaki gibi sonsuz değişik hayallerle dolup taşardı.Fakat hepsinde bitmez bir hazine saklı gibiydi.Daima tesadüf edilen, kaybedilen ve geri gelmiyen bir şey vardı onlarda...

İşte şu dört ayrı tip masal söyleyicisini anlattım.Bunlar bana hep İstanbul'da duydukları masalları söylemişlerdi.İstanbul eski İmparatorluğumuzun bir geçidi, bir carrefor'u idi.Oraya karlı ve yüksek dağlardan, vahşi steplerden, kızgın kumlardan, yeşil ormanlardan her türlü insan gelip gitti.Dünyanın dört bucağından renk renk, cins cins çocuklar bu şehirde gözlerini açtılar.Hakim Türk unsurunun hakiki ruhunu onlar bu masalların içinde tanırlar.Ve o ruha birer parça da kendilerinden bir şey kattılar.Beş asır böyle devam etti.İslav, Macar, Zenci, Arap veya Çerkes burada, bu şehirde hatıralarını yığdılar.Bu ruh mozayikinden Anadolu'nun her şehrinden bir renk işlendi ve İstanbul çocuğu bütün iklimlerin ortasında mütehavvil ve seyyal bir dünyada yaşadı.

Şimdi müsaadenizle biraz da bu masalların yazılı olarak yapılan ve bugün elimizde olan kaynaklarından ve yeni çalışmalardan bahsedeyim.

İstanbul masallarının en eski yazılmış nümunesi muhakkak "Hikaye-i billur köşk ve Elmas sefine" kitabıdır.Bunu kimin topladığı belli değildir.İfadesi masal ifadesinden ziyade eski halk hikayesi ifadelerine yakındır.Eski ve yeni birçok baskıları bulunmaktadır.Tarihi olmıyan oldukça eski baskılarının birindeki hafif ifade şeklinde güya düzeltilmek istenmiş ve amiyane yazı lisanının klişeleriyle süslenmiş olduğunu görüyoruz.İçinde on dört İstanbul masalı bulunan bu kitapta hemen her masal "Raviyan-ı ahbar ve nakilan-i asar şöyle rivayet ederler ki" diye başlıyor.Tekerlemeler hazfedilmiştir.Fakat ifade bazı yerlerde masal ifadesi ve masal klişeleriyle devam eder.İşte lalettayin "Hikaye Helvacı Güzeli"nin başındaki pasajı okuyalım.

"Zaman-ı evaide bir hatunun dar-ı dünyada kıymetlu bir oğlu ve kerimesi var idi.Bunları hiç sokağa çıkarmaz idi.Bir gün kocası ile oğlu hicaza gitmeğe niyet edüp -Yahu, kızım ile seni müezzine emanet eyledim.Bir şey iktiza olur ise müezzin alıversin dedi.Oradan helallaşup baba oğul hicaza gittiler.Biz gelelim müezzine.Bir gün minareye çıkıp ezan okurken emanet olan kıza aşık olup artık tahammülü kalmadı.Oradan hanesine gelüp sakin oldu.Ol gece komşularından bir ihtiyar hatun çağırıp hitaben -Ey valide al şu on altunu da Hicaz'a giden merkumun kızını senden isterim- dedi.Hatun dahi hitaben: -Oğlum anı validesi hiç bir yere çıkarmaz; biraz müşkülcedir.- dedi.-Aman valide ne olursa senden olur!" dedikte hatun hitaben: -Oğlum yerin var mı?..Şayet gönlünü edersem nereye getüreyim?- dedikte müezzin hitaben: -Valide yarın filan yerde bir hamam tutarım.İçine duhul edip orada sizi beklerim.Yarın sen koltuğuna yalandan bir bohça alıp doğru ol hatunun hanesine gidersin.Bir takarrup hatunu kandırıp kızı bana getürürsün!..- dedi."



İşte size okuduğum şu ifade "Hikaye-i Cevri Çelebi", "Tayyar zade", "Hançerli Hanım" gibi matbu eski eski İstanbul halk hikayelerinin ifadelerine çok yakın olmakla beraber onlardan daha sonra kaleme alındığı da onlar kadar "archaique" olmıyan uslubuyla anlaşılıyor.

Daha sonra "K.D" insiyaliyle başka birisinin topladığı on dört masal ve yine "Türk Masalları" adiyle Meşrutiyetten sonra İstanbul'da neşredildi.Buradaki motiflerde İstanbul masallarından alınmakla beraber daha çok süslü ve yapmacıklı, yeni yazı ifadesine daha uygun  ve pek tatsız yazılmıştır.Bu zat her halde asıl masal ifadesini pek laubali gördüğü için aklınca efendice, edebi bir hüviyet vermiye çalışmıştır.Fakat becerememiştir.Masalların bünyeleri de biraz tahrifata uğramıştır.Bununla beraber yine hususi ve zengin imajlar da yok değildir.İşte buradaki masallardan "Müneccim Başı" masalının başını alalım:

"Gayet fakir, hayatını ancak eski yırtık kunduraları dikerek temin eden bir adamcağız var idi.Bu zavallı bedbahtın yine kendi kadar bedbaht bir karısı, bir de kızı vardı.

Günlerden birinde bu zavallının refikasiyle kerimesi yıkanmak için hamama gider.Halvete girerler.Tamam istihmama başlayacakları sırada, hamam ustası gelerek oradan kalkmalarını, çünkü o kurnada müneccim başının haremi hanımefendinin gelerek yıkanacağını söyler.Orasını hazırlarlar.Suyu doldururlar.Hemen yıkanacak iken yine usta kadın gelir.O kurnanın da küçük hanım efendilere mahsus olduğunu beyan eder.Diğer kurnaya giderler.Meğer ki o da müneccim başının kahya kadınınınmış.Dördüncü kurna cariyelerin, beşinci hizmetçilerin, altıncı, yedinci ilah...Hepsi müneccim başının efrad-ı ailesininmiş.Hulasa her yerden böyle koğulurlar.Bu keyfiyet üzerine kadının canı sıkılır, siniri tutar, pür hiddet evine avdet eyler.Akşam üzeri zavallı eskici bin türlü meşakkat ile alabildiği bir okka ekmeği yazma mendiline koymuş, bir demet taze soğanı bastonunun ucuna asmış evine gelir.Dakka bab eyler.(Kapıyı çalar)Kadın kocasına kapıyı açar.Ağzı da beraber açılır.Bedbaht adam şu suret-i kabulün neden tevellüt ettiğini bir türlü anlamaz.Nihayet tafsilat ister.Kadın meseleyi anlatır.Ve şu kat'i teklifi de ilave etmeyi unutmaz:

"Koca ya sen de müneccim başı olacaksın, biz hamama gittiğimiz zaman onlar gibi hürmete mazhar olacağız, yahut seni bir daha eve kabul etmeyeceğim."

İşte görüyoruz ki bu ifade birincisinden daha ziyade masal ifadesinden uzaktır.

Bundan çok sonra ben pek küçük iken çıkan ilk "Çocuk Dünyaları"mda "Hadiye Hanımın Masalları adiyle çıkan bir masal serisindeki "Of Lala", "Benli Bahri", "Balıkçı Güzeli" masalları, benim bildiğim masal ifadesine en yakın olarak, anlaşıldığı şekilde tatlı tatlı yazılmış ilk İstanbul masallarıdır.

İşte "Of Lala"da üç kızı bulunan fakir bir oduncunun, Unkapanı'nda yemeklerini yerlerken kayıklarını ödünç alıp avladığı nadir bir balığı tutarak padişaha götüren ve ihsan aldıktan sonra eve dönüşüne dair pasaj:

"Bir okka uskumru balığı alır.Soğan, maydanoz, kömür, gazyağı, gaz, sirke velhasıl her ne lazımsa sevinerekten evine gelir.Kızlar babalarını elinde balıkla görünce sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırırlar.Biri ateş yakar, biri balığı ayıklar, birisi de hem soğan salatası yapar, hem de balığa piyaz hazırlar.Balığı güzelce ıskara yaparak yerler.Cenab-ı Hakk'a şükrederler."

Yine başka bir pasaj:

"Zavallı oduncu küçük kızının talihsizliğinden pek müteessir olur.Unkapanı köprüsünün altındaki ikinci dubanın üzerine çıkar.Baltasına dayanır.Of, of diye ah eder.O anda deniz kabarır.Bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir Arap çıkar.-Benden ne istiyorsun, ne çağırdın beni?- der.Oduncu haritayı, pusulayı şaşırır.-Ben seni çağırmadım.Kendi kendime efkar ettim.Düşünüyordum, der.Arap dahi -Sen benim ismimi çağırdın.Of of dedin.Benim ismim Of Lala'dır.Benden ne istiyorsun diye geldim.Sen ne için efkar ettin.Söyle bana?"

"Türk Halk Edebiyatı" adiyle folklorumuza ait yazdığı "Memorandom"u eski harflerle neşreden Macar Müsteşriki İğnatz Kunoz, Macar Osmanpaşazade şair Nigar Hanımın evine davetli olduğu bir sırada şairin büyük annesi olan ihtiyar bir Türk kadınından duyduğu bir masalı onun ifadesi ile, yani masal ifadesi ile şöyle anlatır:

"Vaktin birinde bir odun yarıcısı varmış.Bunun bir de karısı varmış.Bu odun yarıcısı gündüzleri dağa gidip odun kesermiş.Akşam üstü de kestiği odunları götürüp satarmış.Aldığı paralarla ekmek yemek alıp evine getirir, karısı onları pişirir, yerler içerler ondan sonra "Pişi pof de pişi pof" diye türkü çalgı oyun ile vakitlerini geçirirlermiş.Yine ertesi gün odun yarıcı dağa gidip odunlar keser, akşam üstü satıp parası ile evine yemek alıp yerler, içerler yine oynayıp cümbüş eder.Her gece böyle yapıp günlerini zevkle geçirirlermiş."

İşte Kunoz'un kitabında bahsettiği bu ihtiyar ninelerden birisinin, Bahsaver Hanımın topladığı bu masallardan dokuz tanesini İstanbul'da 1931'de bastığı "Türk Masalları" adındaki kitabında görüyoruz ki bu tam masal ifadesi ile çıkan ilk kitaptır.Hakiki bir İstanbul ninesi ifadesi ile tatlı tatlı yazdığı masallardan birisini ben size en sonunda dinlediğim ve bildiğim tarzda anlatacağım.Battal boyda 77 sahifelik bu küçük kitap, İstanbul masalları için tam ve hakiki bir örnektir.

Bahsaver Hanımın bu tatlı ve küçük masal kitabından sonra masallar üzerinde büyük çalışmalar başladı.Bu hususta bilhassa dört sima göze çarpar.Bunlar sırasıyla Naki Tezel, Vasfi Mahir Kocatürk, Eflatun Cem Güney ve Pertev Naili Boratav'dır.

Naki Tezel İstanbul masallarına ait mühim koleksiyonunu Bahsavet Hanımdan sekiz sene sonra neşretti.Yine bu sırada Vasfi Mahir Kocatürk'ün ilk küçük eseri çıktı.

Ve bundan sonra masal toplayıcılarının en mühim simalarından biri olan Eflatun Cem Güney pek mühim bazı kitaplar da yayımladı."Bu Toprağın Masalları" serisi ile Nar Tanesi, Kara Yılan, Akıl Kutusu, Sabır Taşı, Altun Heybe, Zümrüt Anka, Açıl Sofram Açıl, masalları ve yine "Evvel Zaman İçinde", "En Güzel Türk Masalları", "Anadolu Masalları" gibi masal kitaplarını bugün her Türk çocuğu kolayca bulabilir.Eflatun Cem'in masalları hakikaten gerek ifade, gerek renk ve imaj bakımından çok zengin ve hakiki şaheserlerdir.Bunlarda bilhassa hakiki masal ifadesi aynen muhafaza edildiği görülür.Bunlardan güzel kitaplar serisi adı altında Guciyan isimli genç bir hanımın resimlediğ fevkalade nefis bir baskısı olan "Açıl Sofram Açıl" adındaki kitaptaki Eflatun Cem'in nefis bir masal ifadesinin bir misalini alıyorum.

"Bir varmış bir yokmuş.Allahın kulu çokmuş.Develer dellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir Keloğlan varmış.Günlerden bir gün Keloğlan bu sokak benim şu sokak benim dolaşırken iki taş arasında bir on para bulur.Ama ne alsam ne alsam diye düşünüp durur.Üzüm alsam çöpü çıkar.Erik alsam çekirdeği çıkar.Et alsam hani ocak, ot alsam hani bıçak?İyisi mi, kaygısız başım, ağrısız dişim leblebi alırım da kütür kütür yerim.Artanı da götürür anama veririm" der.Alır leblebiyi, düşer yola.Yine şura senin bura benim derken varır bir kuyu başına: "Acep ne kuyudur bu kuyu, içilir mi suyu?" Diye eğilir bakar; ama derinmiş kuyu...Görünmez suyu.Daha da eğileyim derken yarım leblebisi suya düşmesin mi?Keloğlanın da aklı başından gider."

İşte Türk ve İstanbul folkloruna hakikaten büyük hizmeti dokunan  Eflatun Cem Güney bilhassa bu ifadeye çok ehemmiyet vermiş ve kitaplarını bu yolda vücuda getirmiştir.

Yine 1948 senesinde Türkiye Yayınevi'nin çıkardığı "Masal Zenciri - Türkiye Masalları"nın mühim bir kısmı Vasfi Mahir Kocatürk tarafından zaptedilmiş ve yayımlanmıştır.Daha evvelki çalışmaları ile de masal toplamada Eflatun Güney, Naki Tezel ve Naili Pertev gibi büyük himmetleri olan Vasfi Mahir'in bu koleksiyonu da büyük bir yer tutmaktadır.O da masal şivesini mümkün olduğu kadar bozmamakla beraber Eflatun Cem ve Pertev Naili kadar titizlik göstermemektedir.

Pertev Naili 1955'te Paris'te basılan "Contes Tures" nefis eseri ile "Bir varmış bir yokmuş" (İl etait une fois et il'est plus şeklinde tercüme ettik) manayı bozmadan ve kelimesi kelimesine tercüme ederek yazdığı bu eserde masallarının, kimin tarafından söylendiği ve kimin tarafından hangi tarihte zaptedildiği şekilde yapılan incelemelerde de ilmi araştırmanın bütün karakteristiğini taşımaktadır.

Büyük bir masal koleksiyonuna sahip bulunduğu anlaşılan Pertev Naili'nin bu koleksiyonu seçmeler halinde değil tam olarak neşretmek için imkan bulması bizim milli folklorumuz için, şüphesiz ki en büyük kazanç olacaktır.Bunu kazanç düşünen hususi müesseselerin değil, maarif yolu ve resmi müesseselerin göz önünde bulundurması en büyük faideleri temin eder.Bunları kısım kısım ayırmak, İstanbul masalları üzerinde bilhassa durmak lazımdır.

Asaf Halet Çelebi

Kaynak: Yeditepe Dergisi, 15-31 Ocak 1960
Aktaran: Mustafa Miyasoğlu - Asaf Halet Çelebi Kitabı

2 yorum:

  1. Bu blogu bu kadar geç keşfettiğim için o kadar pişmanım ki... Lütfen yazmayı hiç bırakmayın.

    YanıtlaSil
  2. Emeğinize sağlık çok güzel yorumlamışsınız. Bir çok kaynakta böyle akıcı bir anlatım bulamadım açıkcası.

    YanıtlaSil