13 Nisan 2014 Pazar

galiz kahraman, ihsan oktay anar


Tahriş olmuş hançereden fışkıran bu asil seda gök kubbede tekrar tekrar aksettikten sonra arz küresine adeta rahmet gibi çöker, işitenlerin kulağını okşar, arada bir de yüreklerine endişe salardı.Hazreti Davut, bas değil tenor olsaydı ve o da İdris Amil Hazretleri gibi günde üç paket cıgara tüttürseydi böyle bir muntazam ve muazzam bir feryat koyuverirdi.Maşallah!İyi hoş ama kıraathanelerde bu mübarek nida nazar-ı dikkati pek çekmiyordu.Galiba o devirde Kasımpaşa, kurtuluşa ermek için fazla uygun bir mıntıka değildi.Ama yine de halas bulmak için yakınlarda bir Kur'an kursu vardı.İşte İdris Amil Hazretleri'ni, erenlerden olsun diye bu kursa yazdırdılar.Ama kaçıp bu kez kırklara karışmasın diye kursa onu pederi götürüp getiriyordu.Çünkü Kur'an kursunun hocası da doğma büyüme Kasımpaşalı'ydı.Böylece Efndimiz, ayınları çatlatıp gayınları patlatamadığı için suratında şamarlar çatlayıp tokatlar patladı.
---
Zaten gece ondan, ta sabah altıya kadar tashihçi olarak çalıştığı küçük gazeteden aldığı maaş, gözlük numarası ile aynıydı.Mürettibin dizdiği yazılardaki hataları bulmak zorunda olduğu bu zahmetli işte, ancak miyopisinin arttığı kadar terfi edeceği de aşikardı.
---
Onun Efgan Bakara'ya ilgisi, entomolojistin böceğe ilgisi gibiydi.
---
Allah kısmet eder de, sosyalizmin ardından komünist nizam kurulursa, sınıf muharebeleri halihazırda biteceğinden, komünizm de artık kendini ilelebet tekrar edecek, işte bu nizamda ilericilik böylece tarihe karışacağından cümle alem muhafazakar olacaktı.Yuha!Pes doğrusu!
---
Çünkü onlar bir edebiyat otoristesini değil, tam tersi, otoriter bir şahsiyeti, gösterişli bir senyörü tercih ederlerdi.Memlekette zaten, toprak ağaları yanı sıra, kültür ağaları da hüküm sürmüyor muydu?
---
Gel gör ki aldığı felsefi eğitim, akli kifayetsizliğin semptomatik tedavisi içindi.Medeniyet yolunda koşan, bir maratoncu ciğeri yerine, bisiklet pompası ile şişirilmiş egosunu sarsan ve akıl erdiremediği en mühim şey ise kocasının, kendisi dururken kültürsüz, tabii, ve bayağı kadınları tercih etmesiydi.
---
Ona göre mimari, resim, müzik, edebiyat gibi parfüm de medeniyetin esansı, özü iken, 'alın teri', alt tarafı onun tiksinilecek bir atığı idi.
---
'İnsanı insan yapan akıldır' diyen Aristo eğer o pavyona gitseydi, 'parayı koklatanlar da insan yerine konulur' fikrine varabilirdi.
---
Enayinin dediğine bakılırsa dayısı, fabrika sahibine, "Ben altı saat çalışıp imalat yapınca insan gibi yaşıyordum.O yüzden senin fabrikanda da altı saat çalışıp insan gibi yaşama niyetindeyim." deyince, hayırsever fabrikatör bunu bir şartla kabul etmiş ve dayıya, "Elbette!Altı saat çalıştıktan sonra ücretini tamaıyla alır ve evine gidersin; ama sen gittikten sonra bir altı saat 'bedava çalışacak birini' bulursan!" demişti.İşte!Bedava çalışan kişiye ancak köle denirdi.Dolayısıyla günde on iki saat çalışan dayı, ilk altı saat hür, ikinci altı saat köle olmuştu.
---
Sonunda olan oldu ve insafsız belediye memuru, eli satırlı bir kasap gibi onların nikahını kıydı.
---
Münekkite, çalıştığı dairede zimmetine 15.000 lira geçirdiği anlaşıldığından tevkif edilmişti..Bu elbette edebiyat camiası için hayırlı bir olay sayılmazdı.Çünkü dil yanlışları bulmada usta bir münekkidin kaybı, ortaya en az on kötü romancının çıkması demek olacaktı.
 ---
Hırsızlık camiasının reisi öuhtara göre, insanoğlunun imal ettiği şeylerin ancak yüzde yirmisi onun ihtiyaçlarının yüzde seksenini karşılarken, imal edilen şeylerin yüzde sekseni de ihtiyaçların kalan yüzde yirmisini karşılıyordu.Muhtar bu fikri de mesleği icabı, Pilpireto Pireto nam bir alimden yürütmüştü.Buna göre imalatçıların yüzde yirmisinin ürünü olan ekmek, kumaş, tuğla, orak, çekiç, traktör, şimendifer gibi mallar ihtiyaçların yüzde sekseni iken, pasta, smokin, köşk, Rols Roys ve altmış metrelik hususi yat gibi şeyler de, insanoğlunun toplam ihtiyaçlarının sadece yüzde yirmisiydi.İşte hırsız camiası da zaten bu yüzde yirminin peşindeydi.
---
Ressam ise firavun tüyünden fırça takımı çalındığı için polise başvurmuş, hatta eşkalini tarif etmek yerine otorup, odasına giren hırsızın bir yağlıboya tablosunu yapmıştı.Niyeti, resmi polise verip hırsızın yakalanmasını sağlamaktı.İyi hoş ama, resimde epey güzel olmuştu.İşte bu yüzden şikayetini geri çekmiş ve doğruca memleketine yollanmıştı.İşte bu resim daha sonra, Luvr Müzesi tarafından satın alınmış ve oradan çalınana, yani beş sene evveline kadar ahaliye teşhir edilmişti.
---
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde Dayı'ya, mesele çıkarmasın diye o kadar yüksek dozda müsekkin vereceklerdi ki, bir tek şey dışında hiçbir şeyi kafasına takmayacaktı: Hastaneye gelişinin ikinci gününde bahçede ruh gibi dolaşırken, Roden tarafından yontulmuş 'Düşünen Adam' heykelinin kopyası alakasını çekecek ve kafasına, "Bu adamcağız ne düşünüyor acaba?" sorusu saplandığından, heykelin karşısındaki taşa oturduktan sonra elini çenesine götürüp, hastanede kaldığı müddetçe, yani ömrünün sonuna kadar, heykelin ne düşünüdüğünü düşünüp duracaktı.
---
Enayinin dediğine bakılırsa, şehirde biri maddi ve diğeri manevi, iki tür gecekondu vardı: Birincisi ucuz briketten yığma duvarlı ve tepesi kiremit yerine tenekeyle örtülü, barınmaya yarayan bir baraka idi.Manevi olanı ise, 'sorunsal', 'iktidar', 'bağlam' gibi kelimelerle inşa edilmiş fikriyattı.Utanmaz enayiye göre demokrasi, ancak Hakikat'in acımasız bir despot olduğunun keşfedildiği memleketlerde varolabilirdi.Oysa, asırlardır sultanlar veya fuhrerler tarafından idare edilmiş memlekette Hakikat, ahalinin reyine ve uzlaşmasına dayanıyordu; öyle ki Hakikat, başta hakim sınıf olmak üzere herkesin işine gelmekteydi.Uzlaşmaya dayalı demokrasi varsa Hakikat despot, uzlaşmaya dayalı Hakikat varsa, rejim despot olmaktaydı.Bu nedenle memlekette Hakikat mutlak değil, örfi idi.Hatta daha da fazlası hukuki idi de.Mesela ahalinin Hakikat diye kabul ettiği şeye dil uzatmanın cezası hapisti.
---
Hayal gücü sıfırdı.Eğer ona "Gözlerini kapa ve sonra, istediğini düşün, ama mor bir fil düşünme" dense, zihninde fil mil canlanmazdı.

Galiz Kahraman
İhsan Oktay Anar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder