Asker - siyaset ilişkisini, günümüze kadar yazılan onca kitapta, verilmiş bir hükmün delillendirilmesi üzerinden okuduk çoğu kez.Hakan Şahin, olgu ve olayları rutinler - hükümler, power point bir özgürlük sunumu üzerinden değil de zihinsel süreçlere atıf yaparak ele almış.Geniş bir alana dair, zengin bir derleme sunmuş bize.Farklı konu başlıkları altında tasnif edilmesiyse ayrı güzellik katmış, okuyucuya derli toplu bir okuma imkânı sağlıyor.Yakın tarihsel sürece dair çok farklı anlatılar var ki hatıralar ne bir sis perdesini aralama, ne de sisi yoğunlaştırma gibi bir amaç üzerine bina edilmiş.Sis içinde kalmış anıların samimi şaşkınlığını dahi hissedebiliyoruz çoğu anlatıcıda.Kitabın sonlarına doğru anı sahibi askerlere dair "en son çıkardıkları apoletlerinin buğulaştırdığı bir pencereden bakarak hatırlıyorlar." cümlesini o hissedişin muazzam bir tasviri olarak okudum.Romantize edici gibi algılanabilecek olsa da öyle değil, bir Kazuo İshiguro büyüsü, buğusu, sisi, kayboluşu gibi daha çok.
Hakan Şahin'in kendi yaşam öyküsünden de bir fısıldayışla, Andrey Tarkovsky'den yaptığı "birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına rağmen, içlerindeki özgürlüğü korumasını bilen insanları anlatmak istemişimdir" alıntısı başta kitabın genel çerçevesi, sonrasında sadakat ve özgürlük gibi değerler hakkında bize önemli şeyler anlatıyor.Yazarın gerçeğe ve özgürlüğe olan sadakati belki de.
Severek okuduklarımdandı, bol okunmasını dilerim.
...
Modern orduların siyaset biliminin inceleme alanına girmesi, öncelikle II. Dünya Savaşından sonrasına rastlar.Ekseninde orduların siyasal-toplumsal rollerinin ve silahlı örgütlenmenin demokratik gözetimi çerçevesinde sivil-asker ilişkilerinin yer aldığı bu incelemeler birbiriyle çelişmesi muhtemel iki toplumsal amaç arasında bir denge kurabilmenin imkan ve koşullarını aramaya dönüktür: Toplumlar bir taraftan güvenlik ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacak bir orduya , öte yandan bu şiddet örgütlenmesinin kendi arzularını topluma dayatmayacak şekilde sınırlandırılmasına ihtiyaç duyarlar.(2) Bu dengenin imkanlarını soruşturan çok çeşitli perspektifler bulunuyor, ancak bunların birbirlerine kavuştuğu nokta, orduların siyasete tâbi olmasına ve onun tarafından denetlenmesi gerektiğine işaret eden normatif vurgudur.Bu bakımdan mesele, Cemil Oktay'ın deyişiyle "silahlı adamın silahsız adama tâbi kılınması meselesidir.(3)
2. Peter D. Feaver
3. Cemil Oktay
...
"Demokrasiyi tehlikeye sokanlar, yeteneksiz, yetersiz ve hırsları mantıklarını aşmış olan kimi parti liderleriydi.Demokrasiye asıl gölgeyi bu tür siyasiler düşürüyordu; çünkü bunlar, bizzat, gerçek demokrasinin oluşmasının önünde en büyük engeli oluşturuyolardı. (7) Yapılanın katiyen siyasete dair olmadığının düşünüldüğüne bir başka örnek, 27 Mayıs'ta Kara Harp okulu Komutanı olan General Ulay'ın, müdahaleden iki yıl önce, Cumhurbaşkanı Bayar ile yaptığı baş başa bir görüşmede, Bayar'ın siyasetle neden bu denli uğraştıklarını sorması üzerine verdiği cevapta bulunabilir: "Biz fiilen siyasetle uğraşmak değil, fakat yürüyen olayları izliyoruz."
Peki, General Ulay'ın belirttiği gibi, Türkiye'de askerler "yürüyen olayları izliyorlar" ise, hangi optiklerle izliyorlar ve merceğin öbür tarafında ne görüyorlar?
7. Nevzat Bölügiray
...
Peki askerler neden kışlalarında güvenlik üretmekle yetinmez ve bağlı olmaları beklenen siyasete müdahale ederler?
Bu soruya içkin normu peşinen veri kabul ederek soruyu cevaplamaya girişmeden önce bir an için durmanızı ve "neden kabul etsinler ki?" sorusunu da sormamızı isteyen Finer ise, askerlerin seçilmiş yöneticilere tabi olması gerektiğine yönelik yerleşik varsayımı, adeta şeytanın avukatlığını yaparak sorunsallaştırmak ister.Sorusu tersten ve provokatiftir: "Elinde bunca devasa bir silah gücü tekeli varken, ordunun sivillere itaat etmesi neden normal olsun ve neden bunu çok olağan bir şeymiş gbi bekleyelim?" 27 Mayıs'ın Kara Harp Okulu komutanı Sıtkı Ulay'ın cümlelerinde örneklenen iddia, bir kez "harekete geçmeye karar verdikten sonra bu bu şiddet örgütlenmesini durduracak hiçbir fiziki kuvvetin olmadığına dair bir özgüveni taşır ve Finer'in sorusunun boşlukta durmadığına işaret eder: "Neden bizim içimizdeki kumandanlar ve askerler -ihtilali- haber vermedi? diyorlar.Farz edelim ki öğrendiler.Bu ihtilali kiminle önleyeceklerdi?"
...
Huntigton'ın meşhur bir örneğini oluşturduğu yapısal-işlevselci yaklaşım ise, sorunun kaynağını, değişen ve modernleşen toplumlarda, mevcut siyasal kurumların kitlelerin mobilizasyonlarının yarattığı baskıya yanıt verecek, bunları soğuracak kapasitede olmamasına bağlar.Benzer şekilde Janowitz ve Nordlinger bu toplumlarda siyasal bozulma ve çürümüşlük durumlarında askerlerin oynadığı düzen kurucu role ve pretoryenlik konusuna vurgu yapar.Bu yoldan giden toplumlar Huntigton'on dilinde "pretoryen toplumudur."
...
Huntigton'ın askerlerin profesyonel yeteneklerinin artmasının onların siyasete müdahale eğilimlerini durduracağı yolundaki tezi birçok açıdan eleştirilmiştir.Çok iyi yetişmiş ve uzun yıllar eğitim almış bir subay topluluğunun, ülkeyi iyi idare edemeyen hükümetlere karşı gügçlü bir eleştirel bilinç geliştirebileceği öne sürülmüştür.Buna kanıt olarak kimi örneklerde subayların psofesyonelliklerinin artmasının onların müdahale eğilimlerini artırdığına ve üstelik böylelikle müdahalenin daha örgütlü olarak gerçekleştirilebildiğine ilişkin somut örneklerden söz edilmiştir.
...
Profesyonelliği askerlerin sivil üstünlüğü prensibine olan inanç bağlamında ele alan Finer, Huntigton'ın olumlu olarak saydığı profesyonelliğin bu inancı zedeleyebileceği iddiasındadır.Zira profesyonel askerlerin "hükümete değil devlete" hizmet ettikleri şeklinde bir bilinç gerçekleştirmelerine yol açabilir.
...
Asker gözünde siyasal eylem genellikle kişisel çıkarla ilişkilendirilir ve olumsuz bir yerde komumlandırılır.Örneğin siyasi partiler genellikle genel çıkarlar yerine kendi bencil çıkarlarının peşinde koşan gruplar olarak görülür.Nihayet askerler devlet idaresini tamamen siyaset-dışı bir uğraş olarak görme eğilimindedir.Hedefleri siyasetsiz bir toplum ve komuta ile konsensustur.
...
Türkiye'de hükümeti protesto gösterileri iyice artmıştı.Kara Harp Okulu öğrencileri Ankara'da bir yürüyüş yapmışt, başlarında komutanlarıyla...Bizse adada okulun parmaklıkları arkasında hapsolmuş gibiydik.Ve 27 Mayıs günü geldi.Türkiye'de ihtilal oldu ve Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu.Çorbada hiç tuzumuz olmadığı duygusuna kapıldık.Okulun subaylarından birinin, "Yazıklar olsun size, bahçede dolaşırken Osman Paşa Marşı'nı ıslıkla çalmayı bile akıl edemediniz." demesi bardağı taşıran son damla oldu.Okul silahhanesini basarak silahlara el koyduk.Mermisi olmayan, törenlerde kullandığımız bu silahlarla ne yapmayı düşünüyorduk, şimdi bile bilemiyorum.Bir hareket yapmamız gerekiyordu ve biz de bunu seçmiştik.Tabur komutanımız ve sınıf subaylarımız, Deniz Eğitim Komutanı amiralin, okula gelerek bize hitap edeceğini, bize de askeri idare içinde bazı görevler verileceğini söylediler.İkna olduk ve silahları aldığımız gibi tekrar silahhaneye bıraktık. Atilla Kıyat, Üç Yıldız Bir Penaltı
...
Bütün anılar elden geçirildiğinde görülmektedir ki bu perdeleri kaldırmaya niyetlenmiş olsun veya olmasın, aslında bütün anı sahipleri, söz konusu perdenin kalkmasına bir şekilde hizmet etmektedir; kimi askerler anlatmayı, kimileri de anlatmamayı seçtiği şeylerle...Sonuçta anıların tümü, bir şekilde, orduya dair bilgisizlik bulutunun yarılmasına yarıyor: "Kitlelerin ordu ile ilgili bilgisizliği ile aydın sayılan subay ve generallerin bilgisizliği birbirine karışmış durumdadır.(...) TSK ile ilgili ihtiyaç duyulan bilgiye, bilgisizliğin dolambaçlı yollarından varılamaz.Dolambaçlı olmayacal şekilde sizlere kurum içinde uzun süre bulunmuş biri olarak bilgiler sunmaya çalışacağım.
...
Silk-i celil-i askerî gerçi sultanü'l mesâlik ise de...*
Ferik Nazif Paşa
"Askerlik mesleklerin sultanıdır" anlamına gelen bu sözler, Tepedenlioğlu'nun dedesi Ferik Nazif Paşa tarafından, subay olmak isteyen ancak askeri okula kabul edilmeyen oğluna (Tepedenlioğlu'nun babasına) hitaben yazılan bir teselli mektubunda söylenmiştir.Yazar şöyle devam eder: "Evet...Paşa haklıdır.Askerlik mesleği, mesleklerin sultanıdır.Ve ben daha da ileri giderek diyebilirim ki, yalnız mesleklerin sultanı olmakla da kalmaz, bir nazariye halinden çıkıp, bir ordu halinde heybetlendi mi "sultanların da sultanı" olur.Ordu neye inanırsa kıymet ondadır.Ordu kimi tutarsa kudret yalnız onda olur.Bu kitap devlet idaresinin bu şaşmaz ezeli kaidesini bilmem biraz belirtebilecek mi? (Nazif Tepedenlioğlu, Ordu ve Politika)
...
Albay Abdulhalim Akkılıç anılarının "Oğluma Not" başlıklı bölümünde şöyle der: "Yılmaz, ben vatanıma asker olarak hizmeti sevdim ve süvariliği seçtim.Memnunum.Şimdiye kadar pişman da olmadım.Fakat bu yazılarımla sana mutlaka asker olmayı tavsiye etmiyorum.Hayatını temin etmek içn arzu ettiğin herhangi bir mesleği seçmekle serbestsin.Ancak görüşlerinde aldanmai, zira gençlikte her şeyi kavramak güç olur." Bir subay çocuğu olan Kenan Kocatürk'ün askeri okula kaydını babası engellemeye çalışmıştır: "1923 yazında annem beni Kuleli'ye yazdırdı.Babam Kuleli'ye yazıldığımı duyunca fena bozuldu."Hayır olmaz! Kundura boyacısı olmana razıyım fakat zabit olmana asla!" Asker bir aileden geliyordu.Zabit çıktığından beri dört harp görmüş, ev yüzü görmemişti.Şimdi nüfuz ve itibara sahip bir subay olduğu halde, caddeden geçerken herkesin ayağa kalkıp ceketini iliklediği bir subay olduğu halde, bugün bana böyle diyordu.Ne kadar canı yanmış!" Kocatürk, Bir Subayın Anıları
...
Hemen hemen bütün ordularda, kuruma yeni girenlerin maruz kaldıkları itaat ritüelleri, askeri disiplinden beklenen görevlerin yerine getirilmesine hizmet eder.Bu ritüeller saçların kesilmesinden, sivil kıyafetlerin kapı dışında bırakılmasına, askeri hayatın bütün alanlarının düzenlenip kurallaştırılmasından asker adaylarının karşısına neredeyse sınırsız sayıda selamlama, temizlik, intizam ve tertip kurallarının çıkarılmasına kadar uzanır.Bröcling bütün bunların esas amacının, Canetti'nin "bilinçli emir bekleme durumunun sürekli hali" dediği temel davranış disiplininin kazandırılması olarak görür. Bröcling, Disiplin
...
Askerlikte disiplin sorunlarını bir görevi başarma, bir görevi yerine getirme sorunları olarak tanımlanması boşuna değildir.Önemli olan kişinin asker olmayı isteyip istememesi değil, bir asker olmayı başarıp başaramamasıdır; yahut silahla insanların üzerine ateş etmek isteyip istemediği değil, tam isabet ettirecek kadar iyi nişancı olup olmadığıdır. Bröcling, Disiplin
...
Osmanlı döneminde mecburi namaz uygulaması o devir anılarında sıkça zikredilen örneklerden biridir.Albay Rahmi Apak, Harp Okulu'ndan yeni mezun subayların diğer öğrenciler gibi zorla camiye sevk edilmeleri üzerine, subayların bu uygulamaya karşı direndiklerini, durumun Saray'a jurnal edilmesi üzerine Okullar Nazırı Zeki Paşa'nın koşarak okula geldiğini ve şöyle dediğini aktarır:
"Efendiler, siz hepiniz adi ve fakir ailelerin evlatlarısınız.Padişahımız efendimizin ekmeğini yiyerek burada okuyorsunuz.Efendimizin hiçbirinize ihtiyacı yoktur..Sizin gibi binlercesini vapurlara doldurarak denizin dibine dökebilir.Efendimize sadık kullar gerekir, bunu böyle bilesiniz."
...
Her akşam okulun iç avlusunda üç bin kişi bir ağızdan "Padişahım çok yaşaaa" diye bağırırsa da bazıları "padişahım başaaa" diye haykırmayı ihmal etmezdi. Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları
...
Bu konuyla ilgili bir başka anı Karabekir'den gelir: "Bizi de Harbiye efendileri gibi dört vakit namaza da sürmeye başladılar.Sabah namazı arzuya tabiydi.Mektebin musluklarında su olmadığı halde binlerce efendilerin ve arasında zabit elbiseli üç namzet sınıfın elleri değnekli zabitler tarafından camiye sürülmesi gibi -pek elim bir manzaraydı.Akılları sıra burnumuzu sürtüyorlardı.Halbuki bu işler müstebit idareye karşı bizi daha ziyade düşman yapıyordu.Camide bir tarafta oturmakla mukavemete başladık." Karabekir, Hayatım
...
Pınar Öğünç'e konuşan eski bir askeri öğrenci kendi isteğinin hilafına, sırf annesi istediği için askeri okula katlanmak zorunda kalışını travmatik bir dille anlatır.Sonunda okuldan ayrılır ama orada edindiği arkadaşlıkların esintisi sivil yaşantısında hala devam edecektir:
"Şu anda pişmanım, annemi çok üzdüm ben.Ama başla şansım yoktu, çünkü istemiyordum.İstemeye istemeye neredeyse üç yıl da devam ettim o okula.Lise birden sonra "Anne al beni buradan, anne al beni buradan!" dedim..Lisede ailenizin onayı olmadan ayrılamıyorsunu.Kaçsan bulup getirecekler, bir de disiplin cezası alacaksın.Bu da can sıkıcı.Artı tazminat var.Lisedeki tazminat çok değil ama Harp Okulundaki tazminat aşırı.Orada iyi vakit de geçirdim, kötü vakit de.İyi vakti iyi insanlarla, kötü vakti de kötü insanlarla geçirdim.O anki hissim şuydu; burada benim secdiğim insanla var.Halâ var."
...
Bazen, askeri öğrencilerin, okul dışından kişilerden oluşan çeşitli ilişkilerin içine girdiklerini ve onların dolayımıyla kültürlendikleri de görülebilir.Örneğin Güngör Tekeli çeşitli düşünce ve sanat gruplarıyla geliştirdikleri arkadaşlıklardan söz eder: "Türkiye'de siyasal ortam gerginleşiyordu.İzin günlerimizde dışarıya çıktığımızda konuya egemen büyüklerimizle buluşuyor, görüşlerini alıyorduk.En sık görüştüğümüz Attila İlhan'ın kardeşi Avukat Cengiz İlhan'dı.İyi bir öykü yazarıydı.Bir avukat daha vardı.Sonradan Türkiye İşçi Partisi II. Başkanı da olmuştu.Adını anımsayamıyorum.Bir de Balıkçı (Halikarnas Balıkçısı) vardı.İkindi üzeerleri Liman Lokantasında, Körfez'e karşı rakısını yudumlardı.Çoğu kez resmi elbiselerimizle yanına giderdik.'Gidin yanımdan.Siz askersiniz, başınıza bela almayın' diye bizi kovardı. Tekeli, Harbiye'den Babıaliye
...
"Harbiye Mektebi hepimizi afallattı.Hiç görmediğimiz sayıda yüzbaşı, kolağası ve binbaşıyı burada gördük." Yergök, Harbiye'den Dersim'e
...
"1946'da Org. Salih Omurtak'ın en önemli hizmeti Harp Okullarına yeni bir veçhe vermesi oldu.Belki en önemlisi Harp Okullarında okunan askeri derslere ilaveten, öyle hukuk, fen ve sosyal bilimler dersleri yerleştirdi ki subayın her bakımdan mükemmel yetişmesini amaçladı." Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım 1. Cilt
...
"Askeri liselerde Kemalizm diye bir konu okutulmuyordu.Buna rağmen her öğrenci onun direktifleri istikametinde düşünüyordu.Askerliğe yeni başlayan bizler, emrinde bulunduğumuz komutanların hareketlerini takip eder, subay olduğumuz zaman onların beğendiğimiz yanlarını kopya ederdik.(Onların üzerimizdeki etkisi) ileriki askerlik yaşantımızda farkına varmasak da devam etmiştir." Çelikoğlu, Bir Darbeci Subayın Anıları
...
"Harp Okulunda Atatürk ilkeleri ve Kemalizm dersleri okutmamışlardı.Öyleyse, aynı memlekette büyüyen, aynı havayı alan, aynı olayları yaşayan sivil arkadaşlarından farkları neydi? Bana kalırsa burada en büyük etken, yaşadıkları çevre ve o çevrede bulunan havadır." Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları
...
"Bu gerzekler zannederler ki, Harbiye'de darbe okutulur.Vata sevgisini, ülke sevgisini, millet sevgisini, aile sevgisini, arkadaşlığı, dayanışmayı darbe sanıyorlarsa avuçlarını yalarlar.Bunlar okunmasa da Harbiye'de şehitler kapısından geçenler zaten b duyguyla donanırlar." Parmaksız, Türk Ordusunda General Olmak
...
"Ara sıra, itimat ettiğim arkadaşlara bu idare-i zalimeyi devirmek çarelerinden bahse başlamıştım."
Enver Paşa, Enver Paşa'nın Anıları
...
Ağabeyim Hamdi Bey ile istibdat ve hürriyet üzerine konuşuyorum fakat daha üç sene tahsilim bu işleri esaslı düşünmekten beni men ediyor. Karabekir, Hayatım
...
Harp Okulu'nun, taşıdığı düşünülen önem ve hassasiyet nedeniyle, okul idarecilerinin yanı sıra gizli ya da örtük olarak hemen her zaman okul dışından da üst düzeyde bir kontrole tabi tutulduğu anlaşılıyor.Örneğin cumhurbaşkanı olduğu dönemde İsmet İnönü hobi olarak yaptığı at gezintilerinin güzergahını mutlaka Harp Okulu'ndan geçirmeyi ve rastladığı öğrencilerle sohbet etmeyi alışkanlık ednmişti.Hatta İnönü'nün gece ders çalışma saatlerinde okula gelerek o günkü dersle ilgili kısa sınavlar yaptığına ilişkin anlatımlar vardır. İhsan Gürkan, Bir Generalin Askeri ve Akademik Anıları
...
Kurumsal söylemin Harp Okulu'nda siyasallaşmayı istisnalaştıran diline karşın, öğrencilerin dışarıdan getirilen kitap, gazete vb. yayınları okumalarına olanak sağlama konusunda dönem dönem farklı eğilimlerin ve yerel boyutta olmak üzere farklı kişisel uygulamaların olduğu görülüyor.Numan Esin yasaklardan söz ederken, Hikmet Bayar "Okuyun arkadaşlar okuyun, okuyun da ne okursanız okuyun, isterseniz alfabe okuyun, hiç olmazsa kıraatiniz düzelir!" denildiğinden bahis açar.Erken bir rütbede subaylıktan ihraç edilen Güngör Tekeli de Harp Okulu dönemindeki siyasal kültürlenmelerini anlatır.Buna göre İsmet Paşa ve onun temsil ettiği devlet imgesine karşı DP'lilerin tutumlarına yönelik eleştirel bilinç zaman zaman disiplinsizlik boyutlarına varmaktadır.
...
Nefer evvel, zabit sonradır.
Mesai evvel, istirahat sonradır.
Mülazım evvel, yüzbaşı sonradır.
Vazife evvel, eğlence sonradır.
Kenan Kocatürk, Albay
...
Vazifenin bir diğer özelliği onun kişiye sadece yukarıdan verilen bir yükümlülük olmakla kalmayıp, kişinin aynı zamanda kendiliğinden işlettirmesi beklenen bir sorumluluk mekanizması olarak düşünülmesidir..
"Sorumluluk korkusu..bu duygu, ancak kötü ve yasadışı işler yapanları düşündürmelidir.Bunun dışında herkesin hele her devlet adamının en başta sahip olması gereken bir üstün niteliktir." Koçaş, Atatürk'ten 12 Mart'a Anılar
Anonim bir deyişle, "vazife vaziyetten doğar." Vaziyetin doğurduğu örtük bir vazifenin yapılmaması kadar ciddi bir kusur olarak görülür.Albay Kenan Kocatürk'ün anlatımıyla:
"Ordu eğer kendi halinde bırakılırsa yeni vazifeler bulur.Bizde bir laf vardır: Vaziyetten vazife doğar.Türk ordusu da Türk devletini, milletini istediği yere götürmeyi kendisine vazife edinmiştir."
-Erkanlı, Anılar, Sorunlar, Sorumlular-
...
26 Mayıs gecesi saat 20'de bir Ankara haritası okul kumandanlık odasına serildi.Hedefler iki kısma ayrıldı.Bunlardan biri harekatımıza fiilen etki edebilecek olan bina, karakol, kışla gibi yerlerdi.İkincisi de varlığı ile harekata zarar verebilecek olan şahıs hedefleri idi.Planın son kısmı olarak, Harp Okulu'nun olabilecek bir saldırıya karşı bir kale gibi savunulması düşünüldü ve kendi istekleri üzerine kız öğrencilerimiz de kulede ve pencerede mevzi aldılar.Saat 23'te çocukları biraz dinlendirebilmek için koğuşlarına çıkardık.Bir müddet sonra bunları dolaştığımda gördüğüm manzara şu idi: Çoğu silahını yanına almış, elbiseleri giyinikti.Heyecandan uyumuyor ve yarını düşünüyorlardı.Saat iki gibi kahvaltıları hazırlandı.Çoğu yememişti.Hazırlıklar tamamlanıp geliştirildikçe kalplerimizin vuruşu değişmişti."
Ulay, Harbiye Silah Başına
...
"Aslkerlik salt emir-kumanda ya da alt-üst ilişkisi gibi görünür.Oysa bu biçimin ardında insan ilişkileri yatar.Asker ocağının kendisine özgü bir havası vardır." Cemal Madanoğlu, Tümgeneral
...
Ümit Zileli, asteğmen adayı olarak Piyade Okulu'nda geçirdikleri bir haftalık süreyi "presten çıkmış dümdüz olmuş, kışla hayatı dışında hiçbir şey düşünemez duruma gelmiştik." diye anlatır."Binbaşı izne çıkıp dış dünyaya karıştığımızda Silahlı Kuvvetlerin şerefini nasıl koruyacağımız konusunda bizleri aydınlatmaya gelmişti.Arkadaşlar, sarışın yeşil gözlü hatunlardan uzak duracaksınız! 1397 kişi hayret eden gözlerle birbirine bakarken konuşmasını sürdürdü, yasaklar birbirini izliyordu: "Tır kamyonlarına binmek yasak, elinde sigarayla dolaşmak yasak, eşinizin ya da sevgilinizin sağ kolunuza girmesi yasak." Birinci sınıf olmayan hiçbir yerde oturamazdık.Sarhoş olamazdık.Islık çalamaz, şarkı söyleyemezdik.(...) İşte şimdi dışarıdaydık.İnanamıyordum.İçimden şarkı söylemek istiyordum.Ama aklıma Harbiye Marşıyla Sakarya Marşından başka bir şey gelmiyordu." Zileli, Bir Asteğmenin Anıları
...
Disiplin kurumsal etkinliğin sürdürülmesi için de kritik önemde görülür.Nevzat Bölügiray askeri darbelerden sonra iktidarın sivillere iade edilerek askerlerin kışlasın çekilmesinin esas nedenlerinden biri olarak disiplinin bozulması endişesinin yer tuttuğunu belirtir: "Bu dönemlerde kuvvet komutanları işleri kurmay başkanlarına bırakıyorlar ve bu durumda disiplin, eğitim gibi şeyler kaybediliyordu." Bölügiray, Sokaktaki Askerin Dönüşü
...
Tam burada inisiyatif-disiplin çelişkisine değinmek gerekir.Disiplin emirler uymaya, inisiyatif ise kendi kendine iş görebilme yeteneğine atıf yapar.Dolayısıyla, bir askerde bulunması beklenen bu iki özelliğin birbiriyle çelişki içinde çalışma olasılığı yüksektir.Bu durumlarda askeri liderler, "inisiyatif sahibi ama zayıf disiplinli asker"dense "disiplinli ama inisiyatif alma eğilimi düşük asker"i daha tercih edilir bulmuşa benziyor.Bu şekilde örneklenen disiplin anlayışının kökenleri geçmişe uzanır.Atatürk'ün yakın arkadaşı Nuri Conker, yukarıda sözü edilen Prusya tipi disiplin anlayışının adeta doktrinini yazmıştır:
"Askerlikte, kabul etmemek, itiraz, görüş ileri sürmek, hatta yasa maddelerine dayanarak emre itaatten çekinmek hakkı astlara verilmemiştir.Amirinden emir alan her astın ilk ve tek cevabı "baş üstüne efendim"den başka bir şey değildir.Haksıszlık ve kanuna uymadığı açık olan konularda bile ast, ancak görevi yerine getirdikten sonra şikayet yetkisini kullanabilir.Çeşitli rütbelerde bulunan subaylar, bunu bilmelidir ki askerlik görevinde kendi yetkileri içindeki iş görmede bile başkasının amir ve üstünün arzu ve isteğine uygun görev yapması gerekir ve mecburdur.Bundan, üstün şahsi isteğine hizmet etmek anlamı çıkarmak, büyük bir yanlışlık ve kötü yorum olur.Amirin istek ve amacı askerliğin gelişmesini ve savaşın başarılmasını sağlamak ilkesine bağlı olması gibi umumi bir amaca dayanır ki bu da askerlik yasaları ve askerlik fen ve sanatı icabıdır." Nuri Conker, Subay ve Komutan
...
"Kantinde bir çay içme zamanı dahi bulamadan üç ders ve yedinci saatin sonunda kısa bir serbest zaman...Bu serbestliği daha hissedemeden akşam yemeği...etüd...sonra yat borusuyla yatıyorum.Bu yaşantının içinde ben yaşıyorum ama kendimi arıyorum, bulamıyorum.Bunların içinde benim kendimin seçebildiği hiçbir şey yok.Ben kendimi bir parça ete, dönen bu çarkı da kıyma makinesine benzetiyorum." Bir Öğrenciden Org. Kemal Yamak'a - Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler
...
Okul komutanı Sıtkı Ulay 21 Mayıs'ta gerçekleşen Harp Okulu'nun Kızılay yürüyüşünden sonra her an bir baskına uğrayıp tutuklanma ve emekli edilme olasılığına karşılık emir subayından "biri benim diğeri senin" diyerek iki tane makinalı tabanca ister ve ateş konumunda hazır olarak odasında hemen alabileceği bir yere koyar.Aslında bu hareketi aynı zamanda okulun geri kalan bütün personeli tarafından duyulması için verilmiş kapalı bir emir veya sinyal olarak görmek de mümkündür.Bunun üzerine alay komutanı albay gelerek Ulay'a son sınıf öğrencilerinin, bu sene mezun olduklarında alacakları tabancaları hemen almak için bir talepte bulunduklarını ve kendisinin de bunda mahzur görmediğini söyler.O da, "kendisinin halen zaten silahlanmış olduğunu" söyleyerek cevap verir.El sıkışarak ayrılırlar.Ulay bu durumu "Maksatta mutabakat halinde oluşumuz kendiliğinden anlaşıldı." diyerek açıklar.
...
"Amiral bizi makamında kabul etti.Amiral bir ara komodorun da orada olduğunu hatırlayarak, kendisine Almanya'dan ne zaman döndüğünü, Almanya'da iken niçin kendisini arayıp, bir emrinin olup olmadığını sormadığını, Almanya'dan döner dönmez de niye kendini hemen aramadığını sordu.Komodorumuzun verdiği cevaplardan herhalde tatmin olmamıştı ki, bir anda, "Komodor, ne bu ayakkabılarının hali, niye boyalı değiller" diyerek emir subayını çağırdı ve oğlum hemen buraya boyacı askeri gönderin, dedi.Hepimiz şok olmuştuk.Komodorun dili tutulmuştu.Amiral herhalde şaka yapıyor dedik...Birazdan boyacı geldi..." Kıyat, Üç Yıldız Bir Penaltı
...
Genelkurmay Başkanı sayın Orgeneral Nafiz Gürman, bir gün okulu habersiz denetlemeye gelmiş ve aniden Gürkan'ın hoca olduğu sınıfa girmiştir: "Ben usüle göre, DİKKAT! komutu ile sınıfı ayağa kaldırıp kendilerine tekmil verdim.Konu, sanıyorum Uzun Mesafeli Deniz Ulaştırma Planlaması idi."Devam et!" dediler.Ben de sınıfa dönüp: "Buyurun oturun" dedim.Ancak, ben daha derse devam etmek üzere ağzımı açmadan, sayın Orgeneral tarafından azarlandım.Bana askerlikte böyle şey olmadığını ve sadece "Otur!" demekliğimin gerektiğini söylediler ve adeta hiddetle ayrıldılar." Gürkan, Bir Generalin Askeri ve Akademik Anıları
...
General Cemal Madanoğlu genç subayken askerlerin üniformaları yıpranmasın ve bir komutan geldiğinde güzel görünsün diye giyilmeyerek depolarda saklandığını, o üniforma yerine ise askerlerin günlük kıyafet olarak, aslı beyaz renkli olup ceviz kabuklarıyla kaynatılarak bir miktar kahverengileştirilen uzun paçalı içliklerle eğitime çıktıklarını anlatır.
...
Deniz Harp Okulu Komutanı olan Kıyat, öğrencilerden oluşan tören bölüğünün bir karşılama için bir saat öncesinden alana çıkartıldığını ve öğrencilerin orada amaçsızca bekletildiğini görür ve o bundan sonra öğrencilerin en fazla 15 dakika bekleyecek biçimde yerlerini almalarını söyler.Uygulama başlatılır."Bir emirler bir sorunu halletmiştim.Öğrenci artık boşu boşuna bir saat ayakta beklemeyecekti.(...) Bir gün gene bir karşılama töreninden bir saat kadar önce boru trampet sesleri işittim.Camdan dışarı baktım, hiç kimse yoktu.Herhalde bana öyle geldi dedim.Ama bir anda şeytan dürttü.Odamdan çıktım ve odamın tam karşısındaki komutan yemek salonuna daldım.Camdan baktım.Merasim kıtası arka bahçede duruyordu.Benim emrimden sonra çocuklar bir saat benim göremeyeceğim bir yerde bekletiliyor ve on beş dakika önce, benim göreceğim yere, yani merasim mahalline getiriliyordu."
...
"Enver Kaymakam; Hafız Kaymakam!...Enver Miralay, Hafız Kaymakam!....Enver Paşa; Hafız Kaymakam!"
Yarbay Hafız Hakkı Bey'e ait olduğunu söylediği bu cümleleri aktaran İhsan Paşa şöyle devam edecektir: "Yarbay Hafız Hakkı Bey, 5. Kolordu Komutanı Albay Mahmut Kamil Beye böyle yakınıyordu.Nasıl yakınmasın?Enver de, Mahmut Kamil de, kendisi de aynı sınıftan idiler.Birisi Paşa olmuş, birisi de Albay...Ama Hafız Hakkı, saraya damat olmasına rağmen hâla yarbaylıkta çile dolduruyordu..Burukluk yalnız Hafız Hakkı'da değildi.Aynı sınıftan olan bütün arkadaşlarında da vardı.Enver Paşa bu tepkileri seziyordu.Onları da biraz olsun tatmin etmeyi düşünmekteydi...
...
"Albay olmak bir subayın erişebileceği en üst rütbedir.Ondan sonrası ise yaygın bir askeri espri ile "Hurafeler karışır" deyimiyle tarif edilir." Doğan Temel, Torunum Sana Hangi Birini Anlatsam?
...
"Ben altı sene kıta komutanlığı yapmıştım.Şimdi sadece bir senelik karargâh görevinden sonra tekrar karargâhta kalmam gerekirdi, ama buna Rufailer karışmıştı." Parmaksız, Türk Ordusunda General Olmak
...
Genç bir subay olarak Kemal Yamak, tümen komutanı Cemal Madanoğlu ile birlikte gittikleri şehirde orduevinde yer olmadığı cevabı alır."Orduevinden sadece tümen komutanına yer verdiler.Bana ise yer yok dediler.Ertesi gün tümen komutanı nerede kaldığımı sordu, ben de otelde kaldım deyince, git orduevine müdürüne beni C.M. gönderdi de, bir de küfrettiğimi söyle dedi.(...)Yer verdiler.Bu olay orduevleriyle ilgili ilk kanaatimi oluşturdu: Orduevlerinde komutanlara verilen hizmet, orada verilen hizmetin genel seviyesi için bir ölçüt oluşturmuyordu." Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler
...
Cemal Madanoğlu, Kore Savaşı'nın nasıl olup da bir kariyer savaşına döndüğünü anlatırken kendisinin de bu savaşa bir yerinden girmeye çalıştığını açık yüreklilikle itiraf eder: "Kore Tugayına katılmak için başvurdum.Böylece general olmayı güvence altına almış olacaktım en başta.Sonra, bir yıl kıdem kazanacaktım.Arkadaşlarımdan bir yıl ileride olacak, Sason dağlarındaki deneyimlerime bir de çağdaş savaşın deneyimlerini eklemiş olacaktım.Ayrıca alay komutanlığı yaparken başıma geleceğini bildiğim kireç yakmak, tuğla pişirmek gibi işlerle de uğraşmayacaktım.(...)Çankırı'dan Ankara'ya döndüğümde albayların açıkgözlerinin çoktan Kore kuyruğuna girmiş olduklarını gördüm.
...
Madanoğlu ile aşağı yukarı aynı döneme ilişkin gözlemlerini anlatan Talat Aydemir, "orduya çok bağlı biri" olarak gittiği Genelkurmay karargahında görevli diğer kurmay subayların kendi ikballeri uğruna memleket meselelerini görmezden geldiklerini anlattığına yukarıda değinilmişti.Bununla Aydemir, kişilerin ihtilal örgütlenmesi türü hareketlerden kaçınma sebebimin, başka bir şey değil, kişisel çıkar endişesi olduğunu iddia eder.Bu savın tam tersi de mevcuttur.Bu iddiaya göre ise, kişiler kişisel ikbal endişesi ile darbeye kalkışabilmektedir.Bunun bir örneğini "pırıl pırıl bir subaydı" dediği general Celil Gürkan hakkında konuşurken onu "erkenden" Genelkurmay Başkanı olmayı hedeflediği için 9 Mart darbesini örgütlemekle, "garip yollara sapmakla" suçlayan general Turgut Sunalp'te görürüz.
...
Aydemir, Hatırat'ının başka bir yerinde, daha bir gün önce kendisine sadakat gösterirken , kişisel menfaat uğruna kendisini "satan" subaylardan söz eder: "...Dışarı çıkınca ne göreyim, evin etrafında Tomson tabancalı elliye yakın subay vardı.Vasıtaya binip Genelkurmay'a geldik.Oradaki manzara şuydu.Sanki bir Rus albayı getiriliyormuş gibi koridorlarda iki sıralı Tomsonlu kurmay subaylar vardı.Hepsi de büyük bir sevinçle bana bakıyorlardı..Bu kurmay subayların çoğu bir gün önce "Bir emrin var mı albayım?" diyenlerdi.Ama şimdi devir bir gecede değişmişti.Sonra bu çıkarcıların sıra ile ataşe olarak Avrupa, Amerika ve Tahran'a gittiklerini gördüm.Hepsi de yepyeni otomobillerle dönüyorlardı.Çünkü 22 Şubat'ta hemen doksan derece dönüş yapıp düşmanımız kesilmekle efendilerine olan sadakatlerini ortaya koymuşlardı.
...
"Eğer meselenin içinde şahsın kendi hırsı varsa güvenilir bulmam." Celil Gürkan
...
Aydemir, kişilerin ihtilal örgütlenmesi türü hareketlerden kaçınma sebebinin, başka bir şey değil, kişisel çıkar endişesi olduğunu iddia eder.Bu savın tam tersi de mevcuttur.Bu iddiaya göre ise, kişiler kişisel ikbal endişesi ile darbeye kalkışabilmektedir.Bunun bir örneğini "pırıl pırıl bir subaydı" dediği general Celil Gürkan hakkında konuşurken onu "ekenden" Genelkurmay Başkanı olmayı hedeflediği için 9 Mart darbesini örgütlemekle, "garip yollara sapmakla" suçlayan general Turgut Sunalp'te görürüz.
...
"Çıkarıp bir kenara koyduğunuz üniformalarınız; teniniz gibi
Her gün içinde sorunlarla gidip gelirken taşıdığınız çanta; soğumuş eliniz gibi
Her an yaşadığınız hizmet heyecanı; susmuş, konuşmayan diliniz gibi
Etrafınız hissettiğiniz boşluk, kaybolmuş kalabalık sanki kırılmış kolunuz gibi
Bir yere gidemeyiş, gidiş beklemeyiş, sanki bitmiş yolunuz gibi
Sonuç olarak 30 Ağustos'ta her şey, 31 Ağustos'ta hiçbir şey olan, yeni doğmuş kulunuz gibi
Oluvermiştik." Yamak, Gölgede Kalan İzler
...
"Kafam durmadan uygulayacağım planın ayrıntıları ile doluydu.Gece yatağımda ilk kararın verildiği bahçeyi, karşılaştığım arkadaşlarımı, verdiğim nutku, aldığım cevapları düşünüyor, değerlendiriyordum.Hayatımın en önemli gününü yaşamaktaydım.Bu önemli gün, ilk kez ben, milletin kılıcını çekmek için Allah'a sığınarak fedakar arkadaşlarla ölmeye karar vermiştim.Toplumda meydana gelen gücün ruhumda yarattığı huzurla, uyudum.(...) Tanrım, insan gönül rahatlığıyla yurdu için verdiği kararlar karşısında büyük bir inkılaba yol açmak hızıyla ne kadar güçlü oluyormuş.Düne kadar tatmadığım bir yaşantının bugün sihrine kapılmıştım.Şimdi dağlar gülüyor, ovalar gülüyor, her şey neşeye boğulmuş gibi." Resneli Niyazi, Balkanlar'da Bir Gerillacı
...
"Artan hayat pahalılığı, geçim darlığı subayları perişan ediyordu.Her yerde subaylar ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı.Ankara'daki apartmanların bodrum katları halk arasında "kurmay subay katı" olarak isimlendirilmişti.Eğlence yerlerinde subayların adı "gazozcu" idi.Pahalı içki ısmarlayacak paraları olmadığı için, bu feragatli memleket çocuklarına bu gibi isimler reva görülüyordu" Alparslan Türkeş, Kurmay Albay
...
Evvela, askerlerin kendilerini toplumsal ve bürokratik işbölümünde ötekilerden farklı ve hiyerarşik olarak üstün konumda gördüğünü tespit ederek başlamak gerekir.Farklı ve üstün görmenin başta gelen nedeninin "askerlerin, bir siyasinin söyleyeceği bir sözü hayatıyla ödeyeceği" başka bir deyişle, yeminlerini kendi canları üstüne yapmış olmalarının olduğu anlaşılıyor.
...
"Olmaz böyle şey! Askerlik şövalyelik mesleğidir diye öğretildik biz.Siz hiç fakir şövalye gördünüz mü? Don Kişot bile beydi." Acarel, Yassıada'dan Cudi'ye
...
Madanoğlu'nun aşağıda verilen ifadeleri gencecik birkaç teğmenin, böylesi bir duygu hali içinde ne tür önlemler aldıklarını anlatır: İzmir'den Muğla'ya birlik denetlemesine gelen Ordu Komutanı Fahrettin Altay şehre girişte Muğla Valisi tarafından karşılanmamıştır! Fahrettin Altay birlik komutanına "valinin bu hareketinin karşılıksız bırakılmaması gerektiğini söyler ve etraftaki genç subaylar bu sözü işitirler.Akşam arkadaşlarıyla sohbet etmekte olan teğmen Madanoğlu "duymadın mı Ordu Kumandanı giderken ne dedi? Bana yapılan muamele karşılıksız kalmamalı dedi.Karşılık vermek lazızm.Verelim ama nasıl vereceğiz? Çözümü şöyle bulurlar: "Bu akşam valiye bir sopa çekeriz olur biter." Ve gerçekten plan uygulamaya konur: "Biz vali konağının oradaki ağaçların altında bekliyoruz.Derken vali göründü.Arkasında polisi var.Biz adamcağızın üstüne yürüdük.Polis kaçtı.Biz valiyi biraz tartaklayıp oradan uzaklaştık.Sonra duyduk ki vali sabah arabasına atlayıp ordu komutanına İzmir'e gitmiş Muğla'dan.Alay Kumandanı bizi çağırdı.Siz miydiniz? dedi.Benim haberim olmalıydı, ama ordu kumandanı teşekkür ediyor size.
...
Albay Orhan Erkanlı'nın söylediği gibi "birbirinden kilometrelerce uzak iki garnizonun mensuplarına aynı soruları sorsanız alacağınız cevaplar % 90 birbirinin aynı oluyorsa burada bir birlik ruhundan söz edilebilir.Bunun nedeni şöyle açıklanır: "Askerler kapalı bir hayat yaşar.Sivil muhitlerle teması çok azdır.Bütün ömürleri evle kışla arasında geçer.Esasen evleri de kışlanın bir devamıdır.Bu yaşantı onları aynı fikirler etrafında toplar.Bu ifadelerde vurgulanan, aynı fikir etrafında toparlanabilme kapasitesidir ve birlik ruhu denen şey aslında düşünsel bir birliğe atıf yapar.Nitekim Avni Elevli bunun adını "fikir ahengi" koyar."Artık öyle bir durum olmuştu ki ne herhangi bir subay ve ne de herhangi bir kimse subaylar meclisinde sabıkları methetmek cesaretini gösteremiyordu.Çünkü, derhal sert bir lisanla karşılanıyorlardı.İşte, böyle bir duygudan doğan fikir ahengi ordu içinde kuruluvermişti.
...
Talat Aydemir'in giriştiği 22 Şubat olayından sonra İnönü Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada memleketin artık demokratik düzene geçtiğini, ordunun görevinin meşru düzeni desteklemek olduğunu, artık tribüne çekilmek gerektiğini söylediğinde, orada bulunan ve İnönü'nün konuşmasını sabote etmeyi önceden tasarlamış bulunan ihtilalci subayların, başka bir nedenle değil, sırf asker kökenli bir başbakana saygısızlık gösterilmesine imkan olmadığından söylemek istedikleri kursaklarında kalmıştır.
Albay Dündar Taşer askerler arasında rekabet, küskünlük, hatta düşmanlık bulunabildiğini, ancak bütün bu çekişmelere karşın Mamak Mahkemesinde Talat Aydemir'in hasımlarının, hatta "kazanırsam sizi kurşuna dizeceğim" dediği askerlerin bile Aydemir aleyhine beyanda bulunmadıklarını söylerken birlik ruhunun gücünden ve imkanlarından söz etmiş olur.
...
Eleştirilerin bir diğer kısmını ise daha yaşlı kuşakların profesyonel yetkinliklerine yönelmiş olanlar oluşturuyor:
"Yanyalı Hasan Tahsin Paşa, "Bu geçit civarında Yunan kıtaları vardır.Siz gece bu dağlar üzerine çıkan ışıklar istikametini tayin ederek gündüz neresi olduğunu anlar bize ya rapor ya malumat verirsiniz" dedi.Ben cevaben "geceleri bu dağlarda her tarafımızda birçok ışıklar görünüyor.Bunun hangisini tespit edeceğiz ve nasıl bu istikameti gündüz bulacağız?" Paşa, "yüksek kazıkları dikersiniz, oradan bakarsınız" dedi.Paşa hazretleri bundan bir şey anlaşılmaz.İki kazıkla istikamet bulunabilir fakat bu istikametin dağın tepesinde mi altında mı anlaşılmaz".."Canım sen öyle yap, artık bir şeyler anlarız" dedi.Diğer dört paşanın hepsi erkanı harbiyeden yetişmiş adamlardı.Bir cahil Arnavud'un söze başlamasına müsaade ettikleri gibi bu saçma sapan sözlere de itiraz etmediler.İşte ordu-yu humayun erkan-ı harbi bir askerin ibretlik hali." Süleyman Şefik Paşa, Hatıratım: Başıma Gelenler ve Gördüklerim
...
"İhtilaller daima genç ve orta kuşakların karışımından gelir.Çünkü onlar fikir sahibidir, inanç sahibidir, cesaret sahibidir, yıpranmamışlardır.İktidardakiler onları henüz ağlarına düşürmemişlerdir, realisttirler, gerçekler için ölünceye kadar mücadele ederler." Aydemir, Hatıratım
...
Hareketin geldiği bu alt kademeyi, İnönü Meclis'te "memleketi çoluk çocuğa bırakamazdık" diyerek küçümser.Albay Çelikoğlu'nun buna cevabı ise zekice bir tespitine dayanır: "İnönü Garp Cephesi Kumandanlığına 33 yaşında gelmiş ve kendisi de oraya bir ihtilal sonrası çıkmıştı.İlginç değil mi?"
...
Napoli'de görev yapan Muhsin Batur burada Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar yüksek maaş aldıklarını ve ilk otomobiline orada sahip olduğunu söyler:
Bu otomobille ilgili ilginç bir anım var.Türkiye'ye döndüğümde Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Uçarel ile birlikte koridora çıktık.Orgeneral camdan dışarı, araç park yerine doğru bakıyordu.Otomobilin bana ait olduğunu bilmeden "şu it oğlu itlere bak, arabaları var.Ben orgeneralim, benim yok" dedi.
...
Yurtdışı dönüşü alınan otomobil hikayelerinden bir örnek de Albay Kenan Kocatürk'ten gelir.Bükreş dönüşü aldığı arabayla İstanbul'daki kışlaya gidip gelince, arkadaş ve komutanlarının rahatsız edici bakışlarına maruz kalan Kocatürk'e bir gün bir arkadaşı şöyle der:
"Sen arabanla Bağdat Caddesinden değil, göğüs kafeslerimizin üstünden geçiyorsun."
...
Kenan Kocatürk, o güne kadar geçerli olan Alman tarzı ile Amerikan tarzının ilginç bir karşılaştırmasını yapar: "Alman sistemi inisiyatife daha çok yer veriyordu.ABD ekolü ise her türlü olsılığa karşı nasıl hareket edileceğini, önceden tespit edilmiş belirli şemalara ve çok lojistik desteğe dayanıyordu.ABD sistemi para para diyordu.Alman sistemi ise kafa kafa kafa diyordu.İkincisi bize daha gerçekçi geliyordu.
...
"Darbe yapmayın; bırakın, sarhoş kendi yıkılsın.." Nurettin Türsan, Tuğgeneral
...
"İktidarların oldum olası zayıf yanıdır: Bir iki generali elde eder, 'ordu benimledir' der...Bir sabah kalkar ki kapıda yaver yok!" Dündar Taşer, Kurmay Albay
...
"Türk ordu geleneğinde, 'ben iktidara geleyim, oturayım' anlayışı yoktur." Numan Esin, Kurmay Yüzbaşı
En başta, Türkiye'de askerlerin siyasetten uzak durmayı bir ilke olarak söylemleştirdiklerini ve bu söylemin büyük ölçüde kurumsallaşmış olduğunu tespit etmek gerekir.Dodd'un belirttiği gibi, Türkiye'de ordunun ayırıcı özelliği rutin siyasi işleri yönetme arzusundan uzak olmaktır.Bu söylem o denli kurumsallaşmıştır ki aşağıda yer verileceği üzere, askerlerin siyasetle bir politikacı ölçüsünde ilgilendiği, hatta daha üniformaları üzerlerindeyken siyasal görev ve makamları fiilen uhdelerine aldıkları, yani rutin devlet işlerini yönettikleri durumlarda da geçerli olmaktadır.Nitekim anılarda siyasete en fazla giriştikleri bu tür dönemlerde bile, "siyasetin içindeyiz ve iyi ki öyle yaptık" türünden olumlayıcı bir söylemi bulmak neredeyse imkansızdır.Hatta bunun tam tersinin söz konusu olduğunun iyi bir örneği olarak, oluşumuyla birlikte Talat Aydemir'in liderliğinde MBK karşıtlığı temelinde günlük politikanın tam göbeğinde yer alacak olan Silahlı Kuvvetler Birliği'nin üyelerine ettirilen yemin metni verilebilir: Şaşılacak biçimde, metninrükünlerinden biri "orduyu siyasetten uzak tutmaktır."
...
"Ertesi gün köşke çıkıyoruz.Bayar: "Peki ben size bir şey sorayım.Siz kurmay subaylar neden bu derecede siyasetle meşgul oluyorsunuz?" Cevabım şöyle oldu."Sayın Cumhurbaşkanım, Türkiye'nin yakın politik tarihini sizden daha iyi bilen ve yaşamış kimler kaldı?" "Doğru söylüyorsun" dedi.Ben de "Sayın Cumhurbaşkanım, biz de bunları bilerek ve düşünerek fiilen siyasetle uğraşmak değiş, fakat yürüyen olayları izliyoruz." Sıtkı Ulay, Tuğgeneral
...
"Ordu büyük, tarihi ve manevi bir varlıktır.Nutuk söylemez, makale yazmaz, beyanat vermez.Dilsizdir fakat akılsız değildir.Düşünür, önlem alır ve yapar." Aksun, Dündar Taşer'in Büyük Türkiye'si
...
Başka anlatımlara da bakıldığında, askerlerin "izleme" konusunda biçtikleri doğallık daha iyi anlaşılır.General Salih Acarel, Harp Okulu'nun şahsında askerlerin siyasal iktidarın uygulamalarını izlemesindeki rakımdan söz eder: "Harbiye yuvasında kartal gibi onları izliyordu.Farkında olamadılar, çünkü kartallar yüksekten uçuyordu." General Sıtkı Ulay'ın bir yüzbaşıya bulunduğu öneride ise izlemek, kötü silahlı isyanın iyi ikamesidir.Kuşkusuz, ordu gibi bir kurumun siyasete dair ilgisi bazı çelişkilerin açıklanmasını gerektiriyor.
...
"Bir subay bana gelip 'ben alay kumandanı olsam Atatürk'e ve inkılaplarına karşı olduklarını anladığım bugünkü idareye karşı alayımla dağa çıkarım' diyor.'Dağa çıkmaya ne lüzum var.Cesaretin varsa izin vereyim git, Ankara'da durumu daha yakından takip et' dedim. Ulay, Harbiye Silah Başına
...
General Fahri Belen 1947 yılında Maraş'tan trenle İstanbul'a giderken yaşadığını anlatır: "Öğrencilerimden bir kurmay subay kompartmana geldi.Konuşmayı memleketin durumuna getirerek bir ihtilal lüzumundan söz etti."
...
Dündar Seyhan'ın İsmet Paşa'ya atfen söylediği "Büyük Anadolu ihtilalinden sonra gerçekten meşruiyetçi olmuştur.Yani, her ihtilalci gibi yaparken kanun dışı, yaptıktan sonra yaptıktan sonra koyu mutaassıp meşruiyetçi..." sözlerinden anlaşılabilir.
...
İTC'nin kurucu üyesi İbrahim Temo, Tıbbiye'deki örgütün kuruluşunu şöyle anlatır:
"Sarayburnu'nda, Gülhane Mektebi adını alan eski Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriyede, bir teneffüs saati esnasında, Hilal-i Ahmer barakaları karşısındaki ağaçlar altında, elimde kitap dolaşırken, İshak Sükuti yanıma sokuldu, yeni bir şeyler olup olmadığını sordu.Ben, gel arkadaş, düşündüklerimi sana biraz anlatayım.Aziz vatanın bugünkü durumu ve idare tarzıyla yok olup gideceğini hepimiz biliyoruz.Fakat tehlikenin giderilmesi için bir çare düşünüp bulamıyoruz.Bence böyle kuru mülahazalarda dert yanacağımıza faaliyete geçmek lazımdır, dedim.İshak, ne gibi faaliyete? dedi.Bir cemiyet halinde çalışmakla, dedim.İshak, güzel ama sen kime itimat edip de böyle tehlikeli bir işe teşebbüs ediyorsun?Evvela sen, bir koğuştan çıkıp bize doğru gelmekte olan yamalı suratlı Mehmet Reşit'i göstererek, bu da iki, olduk üç.İşte bir cemiyet başladı demektir." Temo, İttihat ve Terakki Anıları
...
Umutsuzluğa karşı çözümün adresinin ivedilikle "komitacılık" olarak gösterilmesi, komitacılığın bahsedilen dönemde ne denli yaygın olduğu hakkında fikir verebilir.Harbiye'de hocasının Mustafa Kemal'e söylediği de bu fikri doğrular niteliktedir: "Bizim de Rumeli'de yapmaya mecbur olduğumuz hareketler vardır."Evvela, Fener Patrikhanesiyle meşgul olmak lazım.Bir 'aydın kişiler komitası'na' muhtacız.
...
Talat Aydemir de kimin örgütünün daha iyi olduğu konusunda kendisine "caka satmakta" olan Muzaffer Özdağ'a hitaben rütbesinin küçük olmasını da kullanarak üst perdeden konuşurken sorduğu soru esasen yerinde bir soru olarak karşımıza çıkar: "1952 yılı Türkiye'de demokrasinin altın yılı idi.Sizi ihtilale sürükleyen ne sebepler vardı?"
...
"Yüzbaşı biraz duraksadı.Gülerek Komite'nin eskiliğinin ne olduğunu sordu.Ben de samimi olarak karşılayarak kısaca tarihçesinden bahsettin.Türkeş, hiç ses çıkarmadan dinliyordu.Fakat Özdağ bu anlattıklarıma hiç memnun olmadı, yüzü değişti.'Bu komitenin kuruluş tarihi 1956' dediğim zaman o bana 'Bizler daha evvel komite kurmuştuk' dedi.Ben de 'olabilir' dedim yalnız merak edip sordum 'Hangi tarihte yüzbaşım?' dedim, 1952 senesinde dedi ve anlatmaya başladı.Ben kendisine sordum 'O zaman rütben ne idi?' dedim.Harp Okulu'nda idim dedi.Hatta Harp Okulu Silahhanesinde kanlarını akıtarak bugün Millet Meclisi'nde ettikleri yemini mendillerinin üzerine kanları ile yazdıklarını iftihar ederek anlattı.O zaman ikinci sualimi sordum: 1952 yılı Türkiye'de demokrasinin altın yılı idi.Sizi ihtilale sürükleyen ne sebepler vardı? dedim ve ilave ettim, "Komitenin tarihini geriye doğru götüreceğim diye çok tehlikeli bir yola saptıını, bundan çeşitli manaların çıkabileceğini ve bir daha bu hususu bu şekilde hiçbir yerde açmamasını kendisine gayet samimi olarak söyledim.Herhalde bu konuşmalardan hiç memnun olmadı." Talat Aydemir, Hatıratım
...
Orgeneral Muhsin Batur da 9 Mart öncesi bazı generallerin huzursuz gel-gitlerini şöyle ortaya koyar: "Ben biraz da sert sözler sarf ederek 'Beni hep yalnız bırakıyorsunuz.Belirli bir fikre sahip değil misiniz?Bir büyükten gelen her türlü düşünceye hemen tabi oluyorsunuz.Benimle yalnız konuşurken başka türlü, toplanınca başka türlü konuşuyorsunuz" dedim. Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler
...
Numan Esin'in MBK üyesi sıfatıyla genç bir üsteğmen olarak generallerin önünde yürüme meselesiyle ilgili yaptığı meşrulaştırıcı açıklamalar, resmi hiyerarşi-komite hiyerarşisi çelişkisini iyi anlatır:
"Rütbelere bakınca yapılan eleştiriler elbette doğru.Ama bizim işlevimiz, misyonumuz önemliydi.MBK devletin en üst organı idi.Onun için MBK üyesi olarak rütbem üsteğmen de olsa alçakgönüllülük gösterip arkadan yürümem olmazdı.Madem ihtilali yapmış gücün sahibiyim, o gücü arkalarda bir yerlerde paralize etmeye hakkım yok.Bu kişisel bir durrum değil, ihtilalciliğin gereğiydi." Numan Esin, Devrim ve Demokrasi
...
27 Mayıs öncesinde Cemal Gürsel, teklif edilen Cumhurbaşkanlığı yaverliğini reddetmesini ihtilalci duyarlılığıyla irtibatlandırarak Koçaş'ı takdir eder.Ancak yanıt asimetriktir: "Paşam, dedim, biz ne ihtilalciyiz, ne komiteci.Ben subayım.Gerekirse Harp Okulu'ndan çıkarken ettiğim yemine uyarak ülkeme yararlı olduğuna inandığım bir hareketin içine girerim..Unutmayın ki 1943'ten 1956'ya kadar kimse beni böyle bir hareketin içine çekemedi.Çünkü yararına inanmıyordum.1956'dan beri durum değişik.Siyasi iktidarın kendi kendilerine bu durumu görüp düzeltmelerini dilerim.Ama yapmazlar da müdahale zorunluluğu doğarsa, bunu askeri bir görev sayar, hayatımı bile ortaya koyarım." Koçaş, Atatürk'ten 12 Mart'a
...
"Genelkurmay'daki bir kurmay albay, öğrenci olayları sırasında bana diyor ki: 'Yok mu bir general başımıza geçip bunlara dur diyecek?' 'Beni beğenmediniz mi?' diye cevap veriyorum.O da diyor ki 'Söz mü? Kumandan sözü, asker sözü mü?' Ben de dedim ki 'Yok mu kurmay subaylar, okulda çocuklarını arayacaklarına, tabancalarını alıp Genelkurmay'ın önüne çıksınlar ve bize de hazır olduklarını bildirsinler.!" Ulay, Harbiyeli Silah Başına
...
05.55 Her şey tamam artık.Diktatörler, Teşkilat-ı Essiye'yi bozanlar, Cumhuriyet idaresini yıkmaya yeltenenler ve bunlara uşaklık edenler, yakalandılar.
Talat Aydemir ise Nietzscheci bir sesle "ben bir ihtilalciyim" diye haykırır."Hayalperest değilim, ihtilalciyim ben.Belalar benim azmimi kırbaçlar sadece."
...
Arkadaşı Cemal Paşa'nın hatıratından alınan şu cümleler de asayişe ve düzene yapılan vurgu bakımından aynı minvaldedir "Benim kanaatımca İstanbul'da İstanbul'da hükümetin duçar-ı zaaf olduğuna delalet eden bir hal vardır: Tütün kaçakçılarının İstanbul sokaklarında alenen kaçak tütün satmaları.Kapağı açılmış tütün paketlerinin içindeki sarı tütün saçaklarını göstererek: 'İkilik kuruşa!..İkilik kuruşa!..' teranesiyle korkmadan kaçak tütün satan şahısları, hükümetin iflasının münadisi addederim.Binaenaleyh, evvelemirde halka İstanbul'da emrini infaza kadir kuvvetli bir hükümetin mevcut olduğunu göstermek için idare-i Örfi Kararnamesinin askeri hükümete verdiği selahiyetten istifade ederek tütün kaçakçıları hakkında pek şiddetli hareket edeceğimi ilan ettim." Cemal Paşa, Hatırat
...
Güngör Tekeli de gerçek demokrasi için mevcut demokrasiyi yıkmak gerektiğine inananlardandır: "Büyük coşku içindeydik.Bir süredir üzerimize çullanan karabasan gitmiş, göğüs kafesimize büyük bir mutluluk dolmuştu.Orduyu yedek subaylarla yöneteceğini söyleyen de, emir erlerinin subayların yatak odasından çıkarılması zamanının geldiğini söyleyen de yoktu artık.En önemlisi özlediğimiz, gerçek demokrasinin kurallarıyla işlediği, laik, demokratik ve Mustafa Kemal ulusalcılığının egemen olduğu bir yönetime ulaşacaktık."
...
"Askerler demokrasiye içtenlikle inanıyorsa, neden darbe yapıyorlar" gibi hedefi on ikiden vurmaya niyetlenmiş bir soru sormaya kalkılırsa, askerler de bunun cevabını kolaylıkla verebiliyorlar: (1) Darbe yapıldığı sıada memlekette geçerli olan şey demokrasi değildir. (2) Bu nedenle yapılan şey de darbe değildir! (3) Zaten amaç da demokrasiyi inşa etmektir" Çelikoğlu, Bir Darbeci Subayın Anıları
...
Mutasarrıf bana "ne yapacaksınız?" dedi.Ben "zuhurata, vakalara, tesadüflere tâbi olacağım...Allah'tan medet bekliyorum" dedim. Süleyman Şefik Paşa
...
"Arkadaşlar! Kelleyi koltuğa aldık.Hiçbirimizde hırs yok.Memleket ıstırap içindedir.Bu hain zümreyi alaşağı edeceğiz. O kadar...İstemeyen var mı? Haber versin! Haber versin ki, işimize de engel olmasın.Haydi, hakkınızı helal edin.Ne yaparsınız...bir kere böyle bir şeye karar verdik..." Cemal Madanoğlu, Tuğgeneral
* Bu konuşmayı, Harbiyelilerin Üçüncü Tabur Komutanı olarak dinleyen yarbay Elevli konuşmayı şu yorumlarla verir: "Bu öyle bir samimi konuşma, öyle büyüleyici bir konuşma idi ki insanın şaşmaması elden gelmezdi.Onda ne bir Atilla kükreyiş, ne bir Napolyon pozu ve ne de bir Çiçeron tarzı vardı.Onda sadece bir tevazu ve açıklık, aynı zamanda tam bir hasbihal havası vardı." Elevli, Hürriyet İçin
...
Darbeler genellikle başlandığı gibi bitirilen olaylar değildir.Örneğin, birey ve toplum ilişkilerinin doğasını kavramış görünen yüzbaşı Numan Esin darbe örgütlenmelerinde yer almanın , yani bu "başlama anının" ne kadar tesadüflere bağlı olduğunu iyi yakalamıştır."Toplumsal olayları, 'bugün olsa yapar mıydım?' diye sorarak cevap aramak doğru değildir.Toplumsal olaylar gelişir.Olay sizi yakalarsa, içinde yer almak zorunda kalırsınız.Yakalamazsa zaten başka bir yerdesiniz.Ben o tarihte İstanbul'da değil de Hakkari'de görev yapıyor olsaydım, ihtilalde etkin olarak yer almayacaktım."Benzer rastlantısallığı Kenan Kocatürk'te de olanca dobralığıyla görebiliyoruz."27 Mayısçılar Erdelhun'un yakını olduğum için bana konuyu zamanında söylememişlerdir.Keşke söyleselerdi.Eminsu olacağıma 30 Ağustos'ta gerneral olabilirim." Esin, Devrim ve Demokrasi - Kocatürk, Bir Subayın Anıları
...
Avni Elevli de bu tür zor eylemlerinin başlangıçtaki rastlantılara bağlı doğasını, ilginç ama yerinde bir tabirle, "kim vurdu devresi" olarak adlandırır.
"İhtilalin kim vurdu devresinde, bir taraftan Komite üyeleri kuvvetli mevkilerin sorumluluğu bizzat kendi üzerlerine alırlarken, diğer taraftan kendi adamlarını süratle ve emniyetlerini sağlayacak şekilde iş başına getirmişlerdir.Bu tip her türlü hareketin mutlak bir kim vurdu devresi vardır.Bu devre ihtilal ve isyanların mukadderatını tayin eder.Kim Vurdu devresini kontrol altına almağa, ona mütessir olmağa ve onu önceden planlamağa imkan yoktur.Bu devrede her şey oldubitti halindedir.Kim vurdu devresi, isyan ve ihtilalin şans ve mukadderatı, hatta bir başka sözle, alın yazısıdır." Elevli, Batırılamayan Gemi Türkiye
...
Söz konusu örgütlenmelerin içinde bulunanlar, işin içine girer girmez, olayları başlangıçta istedikleri ve plandıkları gibi yönetmekte ne kadar zorlandıklarını anlamakta gecikmezler.Numan Esin bu konuda, Yassıada'da "sorgulama maksatlı ziyaret" ettiği Adnan Menderes'in kendisine söylediği etkileyici bir söze yer verir: "Beyler, siz de işin içindesiniz, görüyorsunuz, iktidar izafi ve nispi bir şeydir.Her şeye hakim olamıyorsunuz."
...
Anıların genelinden itibaren bakıldığında askerlerin demokrasinin ana aktörlerinden olan siyasi partilere ve siyasetçilere dair imge dünyasının genellikle negatif çizgilerden oluştuğu görülüyor.Örneğin, özel bir sohbetinde Burhan Felek'e söylediğine bakılırsa, Cemal Gürsel "hayatında bir manga bile yönetmemiş insanların ülke yönetimine gelmesinden" endişelidir.
...
Zira genç bir eş, kocasının değil, üst mertebeli diplomasi memuruyla evli kadınların "emrinde"ydi.Diplomasinn gidişatı, elçiliğin üst mertebeli kadınların daha alt mertebeli kadınların yetenek ve emeğini harekete geçirmesine bağlıydı.Eşler arasındaki bu hiyerarşi olmadan diplomatik makine işleyemezdi.Alt mertbeli eşler, bu üst mertebeli eşlerin bazılarını ""ejderha hanımları" olarak betimleme eğilimindeydi." Cynthia Anloe, Muzlar, Plajlar ve Askeri Üsler
...
"Denetlemelerde idari konularda ise eşimin hazırlık ve kontrollerin bana sağladığı yardım ve destek büyük olmasına rağmen, askeri gazinodaki aşçı er, ne kadar tarif edilse de misafir komutanlarımıza sunacağımız yemekleri istenen nefasette hazırlayamıyordu.Komutanlarımız da eğitimlerde gördüğü diğer güzelliklerden sonra buna pek ses çıkarmıyor ama tabağındaki yemekleri de zevkle yemiyordu.Bunun üzerine eşim, komutanın geldiği günlerde menüyü belirleyip evde dört kişilik olarak hazırlayıp gazinoya göndermeyi teklif etti.O şekilde uygulamaya başladık.Artık tümen komutanımız, tabağındaki yemeği lezzetle yemeye ve hatta bitirmeye başladı.Yemekte sohbet sırasında komutanımız beğendiği bazı yemek ve tatlılardan bahsedince, bir sonraki gelişinde eşim, onları yapıp gazinoya gönderirdi.Bir gün yemek yerken tümen komutanımız "Albay Bayar, sizin bu gazino aşçısı, Ağrı orduevinin sivil aşçısından daha iyi, kızmayın ama ben onu orduevine aldıracağım" Bunun üzerinde komutanımıza "Beni de aldırmanız lazım komutanım" diye karşılık verdim." Bayar, Yarım Asırlık Asker
...
"Sosyal sözcüğünden o kadar nefret ediyorum ki dilim 'sosis' bile demek istemiyor." Sami Küçük, Albay
...
Kazım Karabekir anlatımında "...işi ancak ordu yapar, halktan bir şey beklenmemelidir, milletimiz zavallıdır ve bir şeyden haberi yoktur." Karabekir, Hayatım
...
"Bir ara köylülere şu anda cumhurbaşkanı kim diye sormak aklıma geldi.Biri Celal Bayar, birisi de padişah dedi.İnanılmaz bir şey.27 Mayıs yapılalı bir yılı geçmiş, televizyon yok, radyo yalnız muhtarın evinde var.Bazı köylüler sanki Japonya'da 2. Dünya Savaşının bitmesini beklemek üzere ormanda yaşayan zavallı Japon gibi."
...
"27 Mayıs'ı biz doğurmadık.Tohum, ana rahmine şu veya bu şekilde atılmış.Biz kendiliğinden gelen bir bebeği çıkardık.Bizim rolümüz yalnıca ebelik.Sosyolojik açıdan, olay bundan ibarettir." Numan Esin, Yüzbaşı
...
"Biz 27 Mayıs'ı yapmasaydık başkaları yapardı.Öyle bir duruma gelmiştik ki, yarın öbür gün Kızılay'da bir çavuş düdüğü çalacak ve herkes onun peşinden gidecekti." Küçük, Rumeli'den 27 Mayıs'a
...
Albay Orhan Erkanlı, istenirse Türkiye'de her zaman darbe yapılabileceğini, daha doğrusu Türkiye'de darbe şartlarının her an var olduğunu söyler."22 Şubat hakkında 'şartlar müsait olmadığından başarılı olmadı' hükmü yanlıştır.Türkiye'de her zaman darbe şartları vardır.Kısa zamanda yaratılabilir.Önemli olan ilk vuruşu hedeflemek yani mevcut olan iktidarı yıkmaktır." Erkanlı - Anılar, Sorunlar, Sorumlular
...
"Bahar gelince Kuleli'den yürüyüşlere çıkardık.Muntazam bir tabur halinde okuldan çıkar, Havuzbaşı'na, bazen de Beylerbeyi Çayırına kadar uygun adımla marş söylerdik.Çengelköyü çarşılarından geçerken halkı ayağa kaldırır, kahvelerden dışarı uğratırdık." Kocatürk, Bir Subayın Anıları
...
"1925 biz Harbiye'de iken bir olay patlak verdi.O sırada Üsküdar'da emekli bir subay olmadık bir olaya karışmış, bir polis de onu tutuklamış, bir durum ikmal-i tahsil subaylarında büyük tepki yarattı.Hepsi de yüzbaşı rütbesinde idiler.Toplanıp yürüyüşe geçtiler.Harbiye'den Şehzadebaşı'na değin polis karakollarının altını üstüne getirdiler.Bir iki gün sonra Ankara'dan Recep Peker geldi.Yürüyüşe geçen subayları topladı.Bir yandan onları yüceltiyor, bir yandan onları yüceltiyor, bir yandan da şunları söylüyor: Avrupa devletleri bu durum karşısında ne der?Türklerin gerçek ve düzenli bir devlet durumuna geçmemiş olduğunu ileri sürmezler mi?" Madanoğlu, Anılar
...
YAŞ tamamlandı ve kararlar televizyonda açıklandı.Tümgenerallikten emekli edilecektim.Tv haberlerini o gün isteksizce izledim.Kafam karmakarışıktı.Etrafımdaki insanların pek çoğunun kaybolacağını çok iyi biliyordum.Yapayalnız kalacaktım.Yemek, çamaşır gibi basit problemler bile gözümde dağ gibi büyüyordu.Arabam vardı ama uzun yıllardır elim direksiyona değmemişti.Arabayı kullanmak da benim için ayrı bir problemdi.Bütün bu karmaşık duygularla terfi eden generalleri televizyondan kayıtsızca izledim..." Ömer Şarlak, Tabip Tümgeneral
...
Bir bakıma, Osmanlı dönemi askerlerinin anıları söz konusu olduğunda bu durum normal karşılanabilir.Harbiye'den mezun olur olmaz, hatta bazen normal süreyi bitirmeye bile vakit olmadan, subay kendisini harp meydanında bulmakta, bazen 10-15 yıl, kısa fasılalar hariç, kişinin yaşamı bu sahada geçebilmektedir.Bu dönemin anılarını okurken duyumsadığımız şey ateş, kan ve baruttur; at, manda, top, çadır, mektup, şehit, mavzer, toz, toprak, ter, cephe, tren, çamur, yağmur ve kış en çok duyduğumuz kelimelerdir.İsmet Paşa'nın dediği gibi, "bu neslin zabitleri harp meydanlarında itile kakıla pişmişlerdir."
...
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Beş Şehir'de "Şurası var ki tıpkı kendimiz gibi geçmiş zaman da bizdeki aksiyle tekevvün halindedir.Kainatınızı nasıl kendi akislerimizle yaratırsak, maziyi de, düşüncelerimize, duygularımıza ve değer hükümlerimize göre yaratır, değiştiririz." yönündeki tespitine uyar biçimde, anı yazarı askerler, geçmişi ve en son çıkardıkları apoletlerinin buğulaştırdığı bir pencereden bakarak hatırlıyorlar.
...
Belki bununla ilintili ve bunun uzantısı olmak üzere, askerlerin siyaseti ve toplumu anlamaya elverecek kavramsal araçların büyük ölçüde yabancısı olduğunu; modernleşme, Batı, laiklik, ulus-devlet, milliyetçilik, devletçilik, sosyalizm, demokrasi, hukuk gibi, olumlu veya olumsuz ama hayli önem atfettikleri konularla söylem düzeyinde ilgilenirken bunların ardındaki tarihsel, sosyolojik, felsefi tartışmalara eğilme konusunda aynı ölçüde istekli olmadıklarını söyleyebiliriz.Kuşkusuz, bu tespitin bireysel düzeyde istisnaları; okudukça, "bu fikirler bir askerden nasıl çıkabiliyor?" diye şaşırabileceğimiz örnekler de bulunuyor.Ancak bunlar, genellikle Andrey Tarkovsky'nin Mühürlenmiş Zaman'da "Nitekim ben de filmlerimde hep, birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına rağmen, içlerindeki özgürlüğü korumasını bilen insanları anlatmak istemişimdir" diye sözünü ettiği türden insanlardır.
...
Hakan Şahin
Türkiye'de Asker, Toplum ve Siyaset
Askerlerin Yaşam Anlatıları Üzerinden Bir Okuma
Beyoğlu Kitabevi, 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder