...En üst noktaya ulaşınca, etrafımız bizi takdir eden izleyicilerle çevrili olsun isteriz; ama o anda benim çevremde kimse yoktu.Kendi kendimi izleyip takdir etmek zorundaydım.
---
Binlerce yıldır büyükbabalar, şeytanı da yarattılar; onlar olmasaydı sadece Tanrı var olurdu.Onlar sayesinde oyunun bütününü anlarız; sadece uyduruk bir parçayı değil, hakiki maskaralıkları görürüz.
---
Küçük kasabalar kadar iğrenç bir şey yok, derdi büyükbabam, hele de Traunstein gibi bir kasaba hepsinden kötüydü.Burada birkaç adım atmak kirlenmeye, birkaç kişiyle konuşmak mide bulantısına yeterdi.Ya gerçek bir kırsal kesim ya da büyük şehirde yaşanmalıydı büyükbabama göre.
---
Katıldığı her sohbette, verdiği her tavsiyede bu vardı; ona göre insanın en gerçek, en değerli özgürlüğü intiharı, kendisini öldürebilme hakkıydı.Hayatı boyunca bunu düşünmüştü, buna başka herkesten daha fazla sarıldı; sanırım ben de aynı şeyi ondan aldım.Ne zaman istersek, derdi, intihar edebiliriz, üstelik de istediğimiz kadar estetik biçimde.
---
Büyükbabam kaosu severdi, sadece düşünce bazında da olsa tam bir anarşistti.Buna karşılık annem, ömrünü bir orta sınıf vatandaşı olmaya adamıştı ya da en azından alt sınıftan kurtulmaya çalışan ama başaramayan birisiydi.Büyükbabam sıra dışı ve olağanüstü olan her şeyi severdi, her türlü çelişkiye ve devrimci düşünceye bayılırdı.Çelişkiler içinde yaşardı, bütün hayatı çatışmalara dayanırdı.Annem ise kendini kanıtlayabilmek için normalliğe sarılırdı.Hayatı boyunca mutlu, uyumlu bir aile yaşantısı istemişti.Babasının ruhsal ve entelektüel hoppalıkları yüzünden hep acı çekmişti, bunların altında kalıp boğulmaktan korkmuştu.
---
...Böylelikle adeta ip cambazlığı yapan bir sirk ailesine dönüşmüştük; hiçbir zaman mola vermeye hakkımız yoktu ve numaralar da gün geçtikçe zorlaşıyordu.Bu gösteri ipinin mahkumlarıydık, hayatta kalma sanatının hakiki icracıları.Altımızda normallik ağı duruyordu, ama buna düşmekten çok korkuyorduk zira buna düşmek demek kesin bir ölüm demekti.
---
...Rosina dışında tüm kardeşler, köy yaşamından kaçmaya çalışmışlardı.Marie Doğu'ya kaçmıştı, Rudolf doğrudan cennete gitmiş, büyükbabam ise teolojik eğitimden sonra bilim öğrenmek ve kendisi gibi anarşist beyinler bulmak için İsviçre'ye gitmişti.
---
...Sınıfın köşesinde çocukların sabahları evlerinden getirdiği odunlarla yakılan devasa bir çini soba vardı.Her öğrencinin çantasının altına sıkıştırılmış bir parça odun olurdu.Varlıklı çocuklar daha büyük, yoksul çocuklar ise daha küçük parçalar getirirdi, kimin ne kadar getirdiği önemli değildi.Bir gün öncesinin odunlarıyla sınıf hemen ısınır, daha ders başlamadan soba çatırdamaya başlardı.
---
Okula girerken titriyor, çıkarken ağlıyordum.Okula gitmek, darağacına gitmekten farksızdı, ama infazım da sanki her defasında erteleniyordu.
---
Onun hep büyük romanı üzerinde çalıştığı söylenirdi, büyükannem de bu romanla ilgili gizlice, en az bin sayfa uzunluğunda olacak, derdi.Bir insanın oturup da bin sayfa yazı yazabilmesini aklım almıyordu.Yüz sayfalık bir yazı bile benim için müthiş bir şeydi.Bir yandan da büyükbabamın sürekli söylediği lafı düşünüyordum; insanın yazdığı her şey saçmalıktır.Peki o zaman bin sayfalık saçmalığı yazmayı nasıl düşünebiliyordu?
---
Tahtaya çıkıp sopayla dövülmediğim gün sayısı azdı.Neden dayak yediğimi biliyor ama bunu hak edecek ne yaptığımı anlamıyordum.Sonunda, beni pek bir şey öğrenemeyen kalın kafalı çocukların yanına oturttular.Onlar da beni kendilerinden birisi olarak gördü.Kaçabileceğim bir yer yoktu.Akıllı görülen öğrenciler benden kaçıyordu.Sonunda ne onlara, ne de diğerlerine ait olmadığımı gördüm; benim uyabileceğim hiçbir grup yoktu.Üstelik saygıdeğer bir ailem de yoktu, deyim yerindeyse fakir bir gecekondu ailesiydi benimkisi.Bizim bir evimiz yoktu, sadece kalacak bir yerimiz vardı.Traunstein'de bir eve sahip olmamak, daha en başından bir ölüm fermanı demekti.
---
Her gün okul ismindeki cehenneme gidiyor, sonra Schaumburger Sokağı'ndaki evimize, yani arafa geçiyor, ardından da büyükbabamın bulunduğu kutsal dağa çıkıyordum.Sonra sabahları eşyalarımı tekrara alıp dosdoğru, iblislerin bana her geçen gün daha çok işkence ettiği cehenneme dönüyordum.
---
Traunstein'ın yerel gazetesinde, Ruhpolding yakınlarında bir ressamın şövalesini sattığını okuduk.Resim, dedi, bu tam sana göre, sanatsal bir uğraş.İlanı kırmızı kalemle işaretledik.Trenle Ruhpolding'e gittik, orada şövalenin satıldığı evi sorduk.Bulduğumuzda ise yer yer çürümüş, karanlıkta duran eski bir garabetle karşı karşıya kaldık.Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştık.Şövaleyi yine de aldık; bize onun bir zamanlar ünlü ressam Leibl tarafından kullanıldığını ve zorlukla Traunstein'a getirildiğini söylediler.Büyükbabam parayı peşin ödedi.Dönüş yolunda Siegsdorf civarındayken büyükbabam, belki de sana uygun şey resimdir, çizimin çok çok iyi, sanatsal bir şeyler yapabilmelisin, dedi.Şövale, olması gerektiği gibi, birkaç gün sonra eve geldi.Ama tamamen parçalanmıştı.Kısa süre sonra onu sobada yaktık.Bir daha da resim lafı açılmadı.
...
Thomas Bernhard
Çocuk
Türkçesi: Sezen Duru
Sel Yayıncılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder