Yaşlı dünyamız hadi neyse de daha gençliğinin baharında diyebileceğimiz, sanatların en küçük kardeşi sinemanın da her şeyi görüp geçirdiği düşüncesine inanmak zor. Hani moda tabirle, insan gerçekten hayret ediyor! Fransız filozof Jean Luc Nancy ise bu şaşırma eşiğini çoktan aşmış ve durumu kabullenmiş görünüyor. Aksi halde, Abbas Kiyarüstemi sinemasına güzelleme niteliğindeki Filmin Apaçıklığı adlı kitabında şu satırlara yer vermezdi: “Artık onunla ilgili bir şeyler keşfetmeyeceksiniz; büyülü fenerin önünde çocuklar gibi şaşıracak da değilsiniz. Zaten çok sayıda sinema türünü ve mitini meydana getirdiniz ve sonra da yıktınız. Sinemanın gerçeklikle ve yanılsamayla, tarihle, rüyayla ya da efsaneyle ilişkisi üzerinde çok çeşitli biçimlerde oynadınız; imge, filmleştirme, filme alma ve montaj teknikleri üzerinde de. Kullanım şekli ve zamanla birlikte, tüm temsil olanaklarını kat ettiniz. Fakat böylelikle artık tam olarak ne temsil üzerine ne de temsili bir bakış olan bir bakışın olanağını da yavaş yavaş ortadan kaldırdınız.”
Minyatür-sinema ilişkisi
Mevlana’nın “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” sözünün bu sözler içindeki muhtemel yerini şimdilik bir yanda tutalım ve Nancy’nin sözlerinin izini sürelim. Başta da dediğimiz gibi, sinemanın çok kısa sayılabilecek bir süre içinde dilini geliştirme arayışı bakımından hızla mesafe aldığı, neredeyse ‘denemedik şey bırakmadığı’ bir gerçek. İşte bu sebeple Nancy, Kiyarüstemi’nin ‘kendiliğinden’ diyebileceğimiz bir bakışın davetçisi olmasını anlamlı ve ayırt edici buluyor. Bakışın cazibedar ısrarlarla davet edildiği değil, çelindiği ve sadece gösterilmek istenen tek bir noktaya odaklandırıldığı -daha basit söylersek resmen manipüle edildiği- bir medium’da bakışın serazat olup gezinmesinin önemi, dikkat çekmek istediği. Bu düşüncesini savunurken de çok isabetli bir biçimde minyatüre işaret ediyor. Gerçi onun işaret sebebi, bir imge benzerliği daha çok. Kiyarüstemi filmlerinin zikzaklı yolları ve tepedeki tek yalnız ağaçlarıyla minyatür görselliği arasındaki benzerlikten bahis açıyor. Bahsin satır aralarında ve Nancy’nin, Kiyarüstemi filmlerinde bakışa sunulan geniş alandaki unsurlardan tek tek bahsedişinde ise minyatürle asıl benzerliği yakalayabilirsiniz; hem de tam yazarın ısrar ettiği ‘bakışın işlevi’ noktasından. Farklı zaman ve mekânları tek satıhta birleştirebilen ve bu esnada gözü yönlendirmeyip her bakışta yeni bir şey görme imkânı veren fakat bu şekilde de gözün, her şeyi bir çırpıda görüp hâkimiyet kuramayacağını hatırlatarak bir göz/bakış terbiyesi sunan minyatürlerle Kiyarüstemi filmlerinin hemen hemen aynı işlevi üstlenen kareleri...
Sadece görsel yönden değil hikâyeleştirme açısından da kurulabilecek bir paralellik bu. Ama isterseniz buradaki benzetmeyi görsel değil de edebi sanatlardan yapalım. Şöyle diyelim mesela; Yunus’un sözlerinin ilk anda çok basit algılanması fakat aslında derin bir imbikten geçirilip söylenmiş olmasındaki kıymet. Ya da “Zannetme ki şöyle böyle bir söz/ Sen dahi söyle böyle bir söz”deki incecik ayrıntı... Karşılığında mesela Arkadaşın Evi Nerede? filminde, arkadaşının yanlışlıkla kendi çantasına karışan defterini verebilmek için çalmadık kapı bırakmayan Ahmed’in yolculuğu, klasik hikâye anlatımına göre bir neticeye varmaz. Ancak bu, yolculuğu yorumlamamıza engel midir?
Nancy’nin, bir deneme niyetiyle başlayıp sonradan kitaplaştırdığı çalışma, bu ve buna benzer sorular çevresinde; bakış, gerçeklik, yuvarlanan şey, apaçıklık, saygı gibi başlıklarla ilerliyor. Yönetmenin ‘Koker Üçlemesi’nin ikinci filmi olan Hayat Devam Ediyor’a ayrılan bir bölümün de olduğu kitapta en vurucu kısımsa sondaki mülakat. Zira burada ilginç bir biçimde depremle ilgili filmlerin, Nancy’nin aklına Zilzal suresini getirdiğini, buna mukabil Kiyarüstemi’nin bunu hiç düşünmediğini söylediğini görüyoruz. İşte film yorumlamanın güzel yanı da bu.
Günseli Işık
Zaman Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder