Koala, okaliptüs yapraklarını yer (ki bu yapraklar başka hayvanlar için zehirleyicidir),
çok az su içer ve bir barınağı yoktur.
(James L. Gould-Carol Grant Gould, Olağandışı Yaşamlar)
...Göz ucuyla önüne, tek zarfı tutan, beline dek kaldırdığı eline bakıyor bir aynaya bakarcasına: Gövdesinin kıvrımlanışına göre biçim alan yüzünü görüyor."Eller daha az karşı koyuyor." Yüzünü butruşturmuyor.Bu sıradan gerçek zamanı ve yüzü bozuyor, ellerindeki derin kırışıklıklarda rahatlıkla görüyor bunu, ama bu, yüzün kendini buruşturmasındaki kırışıklıkla aynı özden yapılmış değil, çünkü yüz kendini buruşturarak alabilir öcünü, oysa bu elde gördüğü bir bozuluş yalnızca.
---
Devcileyin bir el ve aynı irilikte bir zarf.Elini zarfsız düşünemiyor artık.Elini zarfsız.Zarfı elisiz.Zarfını elsiz.Zarfını elisiz.Sonuncusu daha uyuyor.
---
Postanenin bu ıssız bucağında bulunduğu sürece kalabalık ve orman sınırlarını ve yerlemlerini yitiriyor, birbirine dönüşüyorlardı."Ormanlarda yetişen insanlarla bitkiler ve hayvanlar birbirine benzerler; düzlükte yaşayanlardan tümüyle farklıdırlar.", bir mektubun içinden fırlayıp zihnine saplanıyor.Ormanların içinde, yalnızca içinde mi, bitişiğinde ya da yakınında yaşayınca insanların davranışlarını çevrenin yabanıllığı yönlendirir, tıpkı kalabalıktaki gibi.Beyimize bakan, ondaki yabanıllıktan irkilir, ama irkilmenin nedeni içinde olmaktan değil, tersine onun dışında kalışını görmesinden kaynaklanır.Gören Poe ise, içinden rahatlıkla "kim bilir, bu göğüs kafesinde ne yırtıcı bir tarih yazılıdır." diye geçirebilir.Gövdesinden ölüm elini çekmişcesine mermer pürüzsüzlüğüyle ölgün bir yortuyu andırışı karşısında etin imgelenebilir bütün sınırlarının dibine sinmiş ve katettiği onca yıl gitgide yitmeye yüz tutmuş bir erkek olmak zorunda kalışına boyun eğişi..
---
Yorulmuş muydu?Bu soru kendisine sorulabilse bile dahası bu soruyu kendi kendisine sorabilse de yanıtlamayacak, yanıtlamaya kalkışmayacaktı.Çünkü akıtılan her yanıtsı cümle onu bir örgünün içine yerleştirecek, aldatımlı bir gerçekliğin içine yuvarlayacaktı.Bildik, iğrenç öykülerden biri daha diye içlenecekti.Bağırsaklarındaki gurultu, kalbinin belli belirsiz yükselip alçalışı, ayak serçe parmağının yanındaki parmağın ayakkabı tabanına değişi, kürek kemiğinin sırtında çıkıntı oluşturuşu; ilk bakışta tüm bunların o soruya verilecek yanıtla doğrudan bir ilişkisi yokru kuşkusuz.Bunlar ne yanıtı oluşturabilecek, ne de soruyu doğuracak kımıltılardı.Ama tümü de bir.Birer kımıltıydılar işte.Ürkütücü olan da bu ya.Bu kımıltılar örgütlenip bir devi oluşturabilirdi.
---
Kestane takımlı beyimiz için sandalye; sırasıyla, yumurta, yuva, ev, vatan, evren olmuştu.Hatta salyangozun kendi kabuğunun biçimini alması gibi, onun da sandalyenin biçimini aldığı söylenebilirdi.Quasimodo'nun doğuştan taşıdığı kamburu denli iri ve çirkin olmasa da, sandalyenin sırtındaki kamburluğuna beşiklik ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.Kaplumbağa kendi kabuğuna ne denli yapışıksa, o da sandalyesine ve kamburluğuna o denli yapışıktı.O ana rahmini andıran girintisi, dikelmiş penisi çağrıştıran çıkıntılarıyla sandalye onun eviydi.Horlanan varlığın gizli sığınağı da aynı zamanda.Barınağı.
---
İki satır: Kurt uzaktan, kıtlık çekilen bir ülkeden gelir.Bir deri bir kemiktir, kıpkırmızı dili sarkar.Tam o sırada bir çalılığın ardından kaplumbağa, tüm dünya oburlarının aradığı o nefis av çıkar.Kurt bir sıçrayışta avının üstüne atlar, ne var ki, doğanın kendisine benzersiz bir çabukluk bağışladığı kaplumbağa başını, ayaklarını ve kuyruğunu evinin içine çekmekte daha atik davranır.Aç kurt için o, artık yol üstünde duran bir taştan başka bir şey değildir.
Bu açlık dramında yazan el hangi tarafı tutmalıydı?İkiyüzlü yazıcılar, yüzyıllar boyunca bir yüzleriyle ortaya çıkmayı yeğlediklerinden, kurdun yanında olmaktan çekindiler.Kaplumbağa bir kez olsun kendini feda edemez miydi?Gizlerini sakladığından emin evinin içine çekilmiş bir hayvan, fizyonomisiyle hiçbir şeyi açığa vurmayan bir canavar haline gelmiştir.Bu yüzden yazan elin kurtla kaplumbağa masalını yeniden ele alması gerekir.Bir başka türlü söylendikte, yazan elin kendini bir an için, taşlaşan avı karşısında boş midesiyle duran kurdun yerine koyması gerekir.
---
Yazmıyor musunuz artık?
Eskisi gibi.Değil.
Yaşlanınca insanın eli kuruyor.
Kuruyor.Asansörü kafasında taşıyamıyor.
Yukarı aşağı gitmiyor düşünceler.
Katlar altlı üstlü olmadığından canım.
Haklısınız
Dinlenmeli azıcık.
Yazsaydınız yorulmazdınız.
Yo yo yanılıyorsunuz, yorulurdum ama ölmezdim.
Zamanı durdurmaktır yazmak, demeye getiriyorsunuz sözü.Anlıyorum demek istediğinizi.
Siz de mi yazıyorsunuz?
Hayır ben yaşamakla yetiniyorum.Ölmekle...?
Karar vermek zor.
Ekiden doğru, öyleydi.Artık karar vermekten kurtuldum.
...
Postanedeki Sandalye
İlyaz Bingül
Gram Yayınları