...Sluzki'nin "bir sonraki kuşağı da içeren normal uyum evresi" adını verdiği göç sonrası uzun dönemin özellikleri, hem göç edenlerin hem de yerleşiklerin tutumları tarafından belirlenir.Göç travmasıyla baş etmede hiç şüphesiz karşılaşılan yeni topluluğun niteliği de çok büyük önem taşır.Yeni topluluk yani yeni nesne ne kadar eskilerine benziyorsa göç travmasının etkisi de o kadar kolay bertaraf edilir.Yeni nesnenin tamamen farklı olması durumunda ise göç eden kişilerdeki yabancılık ve iğretilik duyguları hedefini somuttan soyuta kaydırarak kuşaktan kuşağa aktarılacak kadar güçlü olabilir.Özellikle göç edenlerin birbirine sıkıca tutunduğu, yerleşiklerin de onlara karşı birleştiği durumlarda bazı şiddet olayları dahi yaşanabilir.Göç edilen yerdeki devleti temsil eden her türlü kurumun göç edenlere yaklaşımı da göç sonrası uzun dönemde önemlidir.Yeni mekanlardaki toplulukla, köken, kültür ve lisan bağı kurulabilmesi durumunda göç sonrası erken dönemin ardından tam bir adaptasyon sağlanarak göç travması yıllar içinde zihinlerden silinebilir, fakat yeni topluluğun yabancı, düşman ve dışlayıcı olması durumunda göç travması ve göç eden kişilerdeki yabancılık ve iğretilik duyguları hedefini somuttan soyuta kaydırarak kuşaktan kuşağa aktarılacak kadar güçlü etkilere yol açabilir.Böyle bir durumda göç sonrası uzun dönem yalnızca göç eden kuşakla sınırlı kalmayıp göç edenlerin çocuklarında ve hatta daha sonraki kuşaklarda bile süren bir zihinsel arka fon halini alabilir.Çünkü onun varlığı, yerleşiklerin dünyasını da alt üst eder.Göçerle, sürgünle, yabancıyla karşılaşmış yerleşiğin dünyasında da birçok değişiklik olur.
"Geleneğin anavatanından kopmuş, sürekli meydan okunan bir kimliği yaşayan yabancıdan, dört bir yana saçılmış tarihsel miras ile heterojen bir şimdiki zaman arasındaki sonu gelmeyen bir tartışmada kendisini hep evinde hissetmesi beklenir.Böyle bir yabancı, bir amblemdir; dikkatimizi zamanın ivediliklerine çeken bir figürdür: İçinde yaşadığımız zamanı sorgulayan bir mevcudiyettir.Çünkü yabancı 'düzenin inşa edilirken içine yerleştirilen ikili sınıflandırmaları' tehdit eder ve bizi müphemliğin tekin olmayan yer değiştirmesiyle tanıştırır.Bütün söylemlere gölge eden bir hayalet olarak bu yabancı, hepimizin içinde potansiyel olarak var olan tedirgin edici sorgulama ve yabancılaşmadır.Var olmakta inat eden, silinemeyen ve beni kendimden çıkarıp ötekine yaklaştıran bir mevcudiyettir.'Kendimi kurtaramayacağım bir yükümlülük anlamına gelen ve örtbas edilemeyen yabancılık' karşısında beni yükümlü kılan öteki yüzün ısrarıdır.Kendiliklerimizi sorunsallaştıran, belki de imkansızlaştıran bir semptom olarak yabancı, farklılığını fark etmekle doğar ve hepimizin kendi yabancılığımızı tanımasıyla son bulur." (Chambers,2005:ss.16-17)
Türk'ün Göçebe Ruhu
Erol Göka
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder