Sarah'ın Hikâyesi
Batı uygarlığı saatini, karşısına aldığını ucubeleştirerek kurmuştur. En kaba tanımıyla Oryantalizm de farklı kültürlerin bir batılı süzgeçten geçirilerek ucubeleştirilmesi, büyük dünya algısında akıl dışı bir resme oturtulmasıdır.
Ucube: Tuhaf, şaşırtıcı, ürkütücü, seyirlik, nadir olan, sapma, bozuşma, çarpılmadır. Dolayısıyla etrafında bir cazibe halesi vardır. Denetimli bir şekilde sunulduğu takdirde elbet. Sirk dünyası mükemmel örnek. Bileti satan, ucubenin sahibidir.Diana Ferrus, Güney Afrikalı bir aktivist yazar, şair. Afrikaans dilinde de İngilizce de yazıyor. Geçen ay İstanbul’da bir sunum yaptı. Diana Ferrus’un dünya sahnesinde tanınmasına neden olan, Sarah Baartman için yazdığı şiir ve o şiirin sonuçları.
Sarah Baartman’a şiir
Seni eve götürmeye geldim
eve, hatırlar mısın bozkırı?
yemyeşil çimeni büyük meşe ağaçlarının altındaki
hava serindir orada güneş de yakmaz.
Bir tepenin eteğine serdim yatağını
battaniyen çalı çırpıyla ve nane yapraklarıyla çevrili,
sarı beyaz çiçeklerle kaplı
akarsuyun şarkısı işitiliyor
çakıl taşlarının üstünden sekerek akarken.
Seni kaçırmaya geldim
Didikleyen gözlerinden
karanlıkta yaşayan
insandan dönme canavarın
emperyalizmin pençeleriyle
senin bedenini parça parça kesip doğrayan
senin ruhunu Şeytanınkine benzeten
bir de kendini yegâne tanrı ilan eden!
Senin ağrılı yüreğini ferahlatmaya geldim
yorgun ruhuna kucağımı sunuyorum işte
yüzünü avuçlarımla saklayacağım
boynundaki çizgileri bir bir öpeceğim
güzelliğinle gözlerim bayram edecek
ve sana şarkı söyleyeceğim
sana huzur getirmeye geldim ya.
Seni eve götürmeye geldim
kadim dağların adını haykırdığı.
Yatağını bir tepenin eteğine serdim,
battaniyen çalı çırpıyla ve nane yapraklarıyla çevrili,
sarı beyaz çiçeklerle kaplı
Seni eve götürmeye geldim
Sana şarkı söyleyeceğim
bana huzur getirdin ya.
Diana Ferrus, Khoisan kabilesinden geliyor. Bu şiiri 1998 yılında Hollanda Utrecht’de eğitim görürken yazmış. Kolonilerde cinsellik üstüne çalışırken Sarah Baartman’ı düşünmüş. Ve onu anlamış: “Ama bunun da ötesinde sorun, çektiğim derin sıla özlemiydi. Bir akşam yıldızlara bakarken ‘ne kadar uzaklar’ diye düşündüm, ‘oysa memleketimde olsam her birine tek tek dokunabilirdim.’ Yüreğime Sarah’nın acısı düştü. ‘Tanrım, kalp kırıklığından öldü, sıla hasretinden. Kim bilir neler yaşadı’ diye düşündüm. Böyle çıktı şiirin ilk dizesi; ‘Seni eve götürmeye geldim’.”
Sarah Baartman, 1789 yılında doğmuş bir Khoi. Avrupa’dan gelip yerleşenler, bu kabileye Hottentot adını takmış. Aşağılayıcı bir lakap. Khoisa dilinde hot ve tot seslerinin çok kullanıldığından yola çıkarak takılmış. Khoi bir köleymiş Sarah. Asıl adıyla Sarahcık anlamına gelen Saartjie. Çocukken bir baskın sonrası ana babasız kalmış. Cape Town’a gidip bir çiftçinin kölesi olmuş. 1810 yılına kadar küçük bir kulübede yaşamış. Daha 20 yaşındayken bir Britanya gemisinin doktoruna satılmış.
Londra’ya, oradan da Paris’e götürülmüş. Oralarda sokaklarda çıplak olarak sergilenmiş, sirklerde hayvanlarla birlikte gösterilerde kullanılmış. Avrupa kökenli beyaz insanın üstünlüğünün bilimsel bir kanıtı olarak teşhir edilirken onun bir insan olduğu kimsenin aklına gelmemiş elbet.
Sarah’nın hikâyesini okurken insanlık tarihinin ne kadar başlarında olduğumuzu hissedip ürperiyorum. Önce Picadilly’de bir binada teşhir edilmiş. Sirklerde, müzelerde, barlar ve üniversitelerde çıplak olarak gezdirilmiş. Bakıcısının emirlerine göre yürüyor, oturuyor, büyük kalçalarını gösteriyor, farklı genital organını sergiliyormuş.
Yıllarca ırkının bir özelliği olan fiziksel yapısı, insanlara para karşılığı sergilenmiş. Aşağılanmış, korkunç hakaretlere uğramış, kahkaha makinesi olarak kullanılmış. Cinsel bir ucube. Dünyanın karanlık ucundan binbir fedakarlıkla getirilmiş ilkel yaratık. Baartman’ı farklı kılan, genetik bir Khoisan özelliği. Steatopygia. Vücut yağının büyük bölümünün kalçalarda toplanması. Çoğunlukla cinsel organlarda da farklı bir yapıyla birlikte görülüyor. Uzun labia ile. Khoiler arasında güzelliğin simgesi olarak algılanan bu fiziksel yapının oluşumu çocuklukta başlıyor. Sonunda Londra’da Baartman’a reva görülen muamele tartışılmaya başlıyor. Kölelik karşıtı hareketin yükselmesiyle birlikte Jamaikalı genç bir aktivist olan Robert Weddenburn’un ilgisini çekiyor. Weddenburn, kölelik vahşetiyle ve ırkçılıkla mücadele amacıyla Afrikalılar Birliği’ni kuruyor. Tutuklanıyor, hapse atılıyor.
Bu grubun baskısıyla Baartman’ın sirklerde sergilenmesine karşı hükümete bir önerge veriliyor. Oysa devlet, Baartman’ın ‘sahibiyle’ bir kontrat imzaladığını iddia ediyor. Araştırmacıların asla rastlamadıkları bir belge. Londra’da dört yıl geçirdikten sonra Paris dönemi başlıyor. Orada vahşi hayvanlarla gösteri yapan bir adama satılıyor. 1814-15 yıllarında gezgin bir sirkte, hayvan bakıcısının gözetimi altında tutuluyor.
1816 yılında yalnız ve sefalet içinde alkolik bir fahişe olarak ölüyor. Saartjie Baartman. Batılının taktığı alaycı isimle ‘Hottentot Venüsü’. Hikâye orada bitmiyor. Ölüsünü de rahat bırakmıyorlar. Napoeon’un başhekimi Cuvier vücudunun bir kalıbını çıkarıyor. Bedenini kesip biçip cinsel organını ve beynini ilaçlayıp saklıyor. Saartjie’den arta kalanlar 1976 yılına kadar Paris’teki Musee de l’Homme’da sergileniyor.
Güney Afrika ilk kez 1994 yılında resmi olarak Baartman’ın memleketine gönderilmesini talep ediyor. Mandela, Mitterand’ı Güney Afrika seyahati sırasında bu konuda aydınlatıyor. Ama herhangi bir sonuç alınamıyor. Khoisan protestoları süreklilik kazanıyor. Kızlarını geri istiyorlar. 2000 yılında Dışişleri Bakanı Alfred Nzo ve Kültür Bakanı Ben Ngubane talebi yeniliyor. Ama müze direniyor. Bilimsel çalışmaları gerekçe göstererek üstelik. Bunca saygın siyasetçinin beceremediğini işte Diana Ferrus’un bu şiiri beceriyor. İnternette bu şiire rastlayan Fransız senatörü Nicolas About, şairi arıyor. Konu hakkında araştırma yapıyor ve bu şiiri Fransız Senatosu’nda okuyor. “Onu canavar olarak kayda düşmek istiyorlar. Ama bu işte gerçek canavarlık nerede?” sorusuyla Baartman’ın Güney Afrika’ya iadesini talep ediyor.
Sonunda 2002’nin Ocak ayında Senatodan onay çıkıyor. Nisan’da da Saartjie Baartman’ın iskeleti ve şişelerde saklanan organları Paris’te bir törenle Güney Afrikalı yetkililere teslim ediliyor. Aşağılanmış, sömürülmüş bir halkın milli sembolü haline gelen Sarah, artık memleketinde. Şiirin gücüyle.
Yıldırım Türker
22.11.2009
Radikal
Batı uygarlığı saatini, karşısına aldığını ucubeleştirerek kurmuştur. En kaba tanımıyla Oryantalizm de farklı kültürlerin bir batılı süzgeçten geçirilerek ucubeleştirilmesi, büyük dünya algısında akıl dışı bir resme oturtulmasıdır.
Ucube: Tuhaf, şaşırtıcı, ürkütücü, seyirlik, nadir olan, sapma, bozuşma, çarpılmadır. Dolayısıyla etrafında bir cazibe halesi vardır. Denetimli bir şekilde sunulduğu takdirde elbet. Sirk dünyası mükemmel örnek. Bileti satan, ucubenin sahibidir.Diana Ferrus, Güney Afrikalı bir aktivist yazar, şair. Afrikaans dilinde de İngilizce de yazıyor. Geçen ay İstanbul’da bir sunum yaptı. Diana Ferrus’un dünya sahnesinde tanınmasına neden olan, Sarah Baartman için yazdığı şiir ve o şiirin sonuçları.
Sarah Baartman’a şiir
Seni eve götürmeye geldim
eve, hatırlar mısın bozkırı?
yemyeşil çimeni büyük meşe ağaçlarının altındaki
hava serindir orada güneş de yakmaz.
Bir tepenin eteğine serdim yatağını
battaniyen çalı çırpıyla ve nane yapraklarıyla çevrili,
sarı beyaz çiçeklerle kaplı
akarsuyun şarkısı işitiliyor
çakıl taşlarının üstünden sekerek akarken.
Seni kaçırmaya geldim
Didikleyen gözlerinden
karanlıkta yaşayan
insandan dönme canavarın
emperyalizmin pençeleriyle
senin bedenini parça parça kesip doğrayan
senin ruhunu Şeytanınkine benzeten
bir de kendini yegâne tanrı ilan eden!
Senin ağrılı yüreğini ferahlatmaya geldim
yorgun ruhuna kucağımı sunuyorum işte
yüzünü avuçlarımla saklayacağım
boynundaki çizgileri bir bir öpeceğim
güzelliğinle gözlerim bayram edecek
ve sana şarkı söyleyeceğim
sana huzur getirmeye geldim ya.
Seni eve götürmeye geldim
kadim dağların adını haykırdığı.
Yatağını bir tepenin eteğine serdim,
battaniyen çalı çırpıyla ve nane yapraklarıyla çevrili,
sarı beyaz çiçeklerle kaplı
Seni eve götürmeye geldim
Sana şarkı söyleyeceğim
bana huzur getirdin ya.
Diana Ferrus, Khoisan kabilesinden geliyor. Bu şiiri 1998 yılında Hollanda Utrecht’de eğitim görürken yazmış. Kolonilerde cinsellik üstüne çalışırken Sarah Baartman’ı düşünmüş. Ve onu anlamış: “Ama bunun da ötesinde sorun, çektiğim derin sıla özlemiydi. Bir akşam yıldızlara bakarken ‘ne kadar uzaklar’ diye düşündüm, ‘oysa memleketimde olsam her birine tek tek dokunabilirdim.’ Yüreğime Sarah’nın acısı düştü. ‘Tanrım, kalp kırıklığından öldü, sıla hasretinden. Kim bilir neler yaşadı’ diye düşündüm. Böyle çıktı şiirin ilk dizesi; ‘Seni eve götürmeye geldim’.”
Sarah Baartman, 1789 yılında doğmuş bir Khoi. Avrupa’dan gelip yerleşenler, bu kabileye Hottentot adını takmış. Aşağılayıcı bir lakap. Khoisa dilinde hot ve tot seslerinin çok kullanıldığından yola çıkarak takılmış. Khoi bir köleymiş Sarah. Asıl adıyla Sarahcık anlamına gelen Saartjie. Çocukken bir baskın sonrası ana babasız kalmış. Cape Town’a gidip bir çiftçinin kölesi olmuş. 1810 yılına kadar küçük bir kulübede yaşamış. Daha 20 yaşındayken bir Britanya gemisinin doktoruna satılmış.
Londra’ya, oradan da Paris’e götürülmüş. Oralarda sokaklarda çıplak olarak sergilenmiş, sirklerde hayvanlarla birlikte gösterilerde kullanılmış. Avrupa kökenli beyaz insanın üstünlüğünün bilimsel bir kanıtı olarak teşhir edilirken onun bir insan olduğu kimsenin aklına gelmemiş elbet.
Sarah’nın hikâyesini okurken insanlık tarihinin ne kadar başlarında olduğumuzu hissedip ürperiyorum. Önce Picadilly’de bir binada teşhir edilmiş. Sirklerde, müzelerde, barlar ve üniversitelerde çıplak olarak gezdirilmiş. Bakıcısının emirlerine göre yürüyor, oturuyor, büyük kalçalarını gösteriyor, farklı genital organını sergiliyormuş.
Yıllarca ırkının bir özelliği olan fiziksel yapısı, insanlara para karşılığı sergilenmiş. Aşağılanmış, korkunç hakaretlere uğramış, kahkaha makinesi olarak kullanılmış. Cinsel bir ucube. Dünyanın karanlık ucundan binbir fedakarlıkla getirilmiş ilkel yaratık. Baartman’ı farklı kılan, genetik bir Khoisan özelliği. Steatopygia. Vücut yağının büyük bölümünün kalçalarda toplanması. Çoğunlukla cinsel organlarda da farklı bir yapıyla birlikte görülüyor. Uzun labia ile. Khoiler arasında güzelliğin simgesi olarak algılanan bu fiziksel yapının oluşumu çocuklukta başlıyor. Sonunda Londra’da Baartman’a reva görülen muamele tartışılmaya başlıyor. Kölelik karşıtı hareketin yükselmesiyle birlikte Jamaikalı genç bir aktivist olan Robert Weddenburn’un ilgisini çekiyor. Weddenburn, kölelik vahşetiyle ve ırkçılıkla mücadele amacıyla Afrikalılar Birliği’ni kuruyor. Tutuklanıyor, hapse atılıyor.
Bu grubun baskısıyla Baartman’ın sirklerde sergilenmesine karşı hükümete bir önerge veriliyor. Oysa devlet, Baartman’ın ‘sahibiyle’ bir kontrat imzaladığını iddia ediyor. Araştırmacıların asla rastlamadıkları bir belge. Londra’da dört yıl geçirdikten sonra Paris dönemi başlıyor. Orada vahşi hayvanlarla gösteri yapan bir adama satılıyor. 1814-15 yıllarında gezgin bir sirkte, hayvan bakıcısının gözetimi altında tutuluyor.
1816 yılında yalnız ve sefalet içinde alkolik bir fahişe olarak ölüyor. Saartjie Baartman. Batılının taktığı alaycı isimle ‘Hottentot Venüsü’. Hikâye orada bitmiyor. Ölüsünü de rahat bırakmıyorlar. Napoeon’un başhekimi Cuvier vücudunun bir kalıbını çıkarıyor. Bedenini kesip biçip cinsel organını ve beynini ilaçlayıp saklıyor. Saartjie’den arta kalanlar 1976 yılına kadar Paris’teki Musee de l’Homme’da sergileniyor.
Güney Afrika ilk kez 1994 yılında resmi olarak Baartman’ın memleketine gönderilmesini talep ediyor. Mandela, Mitterand’ı Güney Afrika seyahati sırasında bu konuda aydınlatıyor. Ama herhangi bir sonuç alınamıyor. Khoisan protestoları süreklilik kazanıyor. Kızlarını geri istiyorlar. 2000 yılında Dışişleri Bakanı Alfred Nzo ve Kültür Bakanı Ben Ngubane talebi yeniliyor. Ama müze direniyor. Bilimsel çalışmaları gerekçe göstererek üstelik. Bunca saygın siyasetçinin beceremediğini işte Diana Ferrus’un bu şiiri beceriyor. İnternette bu şiire rastlayan Fransız senatörü Nicolas About, şairi arıyor. Konu hakkında araştırma yapıyor ve bu şiiri Fransız Senatosu’nda okuyor. “Onu canavar olarak kayda düşmek istiyorlar. Ama bu işte gerçek canavarlık nerede?” sorusuyla Baartman’ın Güney Afrika’ya iadesini talep ediyor.
Sonunda 2002’nin Ocak ayında Senatodan onay çıkıyor. Nisan’da da Saartjie Baartman’ın iskeleti ve şişelerde saklanan organları Paris’te bir törenle Güney Afrikalı yetkililere teslim ediliyor. Aşağılanmış, sömürülmüş bir halkın milli sembolü haline gelen Sarah, artık memleketinde. Şiirin gücüyle.
Yıldırım Türker
22.11.2009
Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder