26 Temmuz 2024 Cuma

Çehov'a Dair Hatıra Parçaları - Maksim Gorki


...

Bir keresinde beni Küçükköy'e davet etmişti; orada ufak bir arazisi, beyaza boyalı, iki katlı bir evi vardı.Bana "malikanesini" gezdirirken hevesle anlatmaya koyulmuştu: "Param olsa, hasta köy öğretmenleri için burada bir sanatoryum inşa ederdim.Kocaman, aydınlık bir bina olurdu: aydınlık mı aydınlık, dev pencereleri ve yüksek tavanlı odaları olan bir bina.Enfes bir kütüphanesi, envai çeşit müzik aleti, arılar, bir bostan, bir bağ olurdu...Tarım ve mitoloji üzerine dersler verilirdi.Öğretmenlerin her şeyi bilmesi icap eder, her şeyi, aziz dostum."

...

Bir öğretmeni hatırlıyorum: uzun boylu, ince bir adamdı; sarı aç bir yüzü, çenesine doğru inen kanca gibi bir burnu vardı.

Anton Çehov'un karşısına oturdu; Çehov'un yüzüne siyah gözleriyle dik dik bakarak hüzünlü ve kalın bir sesle şöyle konuştu:

"Ders seansının sınırları içindeki bu varlıksal izlenimlerden çevredeki evrene doğru nesnel bir tutumun tüm ihtimalini ezen psişik oluşum ortaya çıkar.Elbette evren bunun bir tezahüründen başka bir şey değildir..."

Kafa üstü felsefeye girerek, buzun üzerinde paten yapan bir ayyaş gibi yüzeyinde gezinmeye başladı.

"Söylesene" dedi Çehov usul usul, nazik bir sesle, "sizin vilayette çocukları döven öğretmen kim?"

Öğretmen sandalyesinden fırlayıp kollarını savurmaya koyuldu: "Kimi kastediyorsun?Beni mi? Asla!Dövmek ha!"

Öfke ile pofurdandı.

"Heyecanlanma hemen," diye devam etti Anton Çehov, teselli edici bir tebessümle: "Senden bahsetmiyorum.Hatırladım da şimdi, gazetede okumuştum; sizin vilayette çocukları döven biri vardı."

Öğretmen yerine oturdu; ter içinde kalan suratını silerek ve rahat bir nefes alarak, kalın sesiyle konuşmaya başladı:

"Doğru, vardı öyle bir olay...ismi Makarov'du.Şaşırmıyor insan.Acımasılık olabilir, yine de açıklanabilir bir durum.Adam evli, dört çocuğu var, karısı hasta...kendisi veremli.Maaşı 20 ruble, okulu desen bir kilerden hallice, öğretmene tek göz oda vermişler; böyle şartlarda durup dururken Tanrı'nın gönderdiği meleği bile döversiniz.Çocuklar ise melek değiller, inanabilirsiniz bana."

...


Evden çıktığında Çehov onu bakışlarıyla izledi, gülümseyerek:
"İyi bir adamcağız.Uzun süre öğretmenlik yapamaz," dedi.
"Niçin?"
"Ağzından girip burnundan çıkarlar onun."
Bir süre düşündü ve sessizce şunu ekledi:
"Rusya'da dürüst bir adam şömine temizleyicisi gibidir; dadılar çocukları onun hikayeleriyle korkutur."

...

Çehov hayatı boyunca kendi ruhunda yaşadı: Her zaman kendisi oldu, tamamen özgür oldu; başka insanların beklentilerini, diğerlerinin -daha kaba kimselerin- ise Anton Çehov'a dair isteklerini umursamadı.Bizim Rusların ısrarla alışkanlık edindiği sohbetlerden, giyeceği düzgün bir pantolonu ble yokken gelecekteki kadife kıyafetleri için münakaşa etmesinin gülünçlüğünü unutmasından hoşlanmazdı.Tatlı bir yalınlığa sahip olduğu için her şey yalın, içten ve samimi olsun ister, diğer insanları da yalın hale getirmeyi becerirdi.

...

Her yerde bayağılığı görme ve def etme hünerine sahipti; bu hüner, yalnız hayattan çok şey bekleyen ve insanları yalın, güzel ve ahenkli haliyle görmek isteğiyle yanıp tutuşan insanlar için mümkündür.Bayağılığa karşı her zaman sezgileri kuvvetli ve merhametsiz bir yargıç olmuştu.

...

"N. N.'yi sevmez misiniz, Anton Pavloviç?"

"Severim, hem de çok.Sevimli bir adamdır," diye yanıtladı Çehov, öksürerek."Her şeyi bilir...çok okur.Ödünç aldığı üç kıtabımı geri vermedi, biraz unutkan bir adam.Bir gün sana ne harika bir adam olduğunu söyler; ertesi gün bir başkasına hizmetçilerini nasıl kandırdığını, metresinin kocasının mavi çizgili siyah ipekten çoraplarını nasıl yürüttüğünü anlatır."

...


Bir keresinde gürbüz, sağlıklı, güzel ve iyi giyimli bir hanım karşısına gelip Çehov üslubuyla konuşmaya başlamıştı:

"Hayat pek sıkıcı, Anton Pavloviç.Her şey gri mi gri: insanlar, deniz, hatta çiçekler bile gri görünüyor bana.Canım hiçbir şey çekmiyor, ruhum acıyla kavruluyor.Bir hastalığa tutulmuş gibiyim."

"Hastalıktır da bu zaten," dedi Anton Pavloviç."Bir hastalıktır bu: Latince'de adı morbus imitatis'tir.(Taklit Hastalığı)"

Neyse ki bu hanım Latince bilmiyordu; en azından biliyor numarası yapmıştı.

"Eleştirmenler atın tarlayı sürmesine engel olan at sineklerine bener," dedi, bilge bi gülümsemeyle.At emek verir, tüm kasları bir kontrbasın telleri gibi gerilmişti; sonra bir sinek böğrüne konup vızıldamaya, onu kaşındırmaya başlar...atcağız cildini kıpırdatır, kuyruğunu sallar.Nedir sineğin vızıldamasındaki amaç?Kendisinin bile farkında değildir; sırf huzursuz olduğu ve 'Bakın, işte ben de bu dünyada yaşıyorum.Ben de istediğim gibi vızıldayabilirim,' diye ilan etmek istediği için.Yirmi beş yıldır hikayelerim hakkında yazılan eleştirileri okudum; bir ke olsun kıymeti olan bir söz, değerli bir tavsiye duymuş değilim.Bir kez Skabiçevski'nin yazdığı bir şey beni etkilemişti: Bir yol kenarında sarhoş halde öleceğimi söylemişti."

Neredeyse her zaman ironik bir gülümsemeyle parlayan gri gözleri bazen soğuk, keskin ve sert olurdu; böyle zamanlarda yumuşak, samimi sesine bir sertlik gelir, bir mütevazı ve iyi huylu adamın gerek gördüğünde kendisine karşı gelen birine karşı gelebileceği ve bana mısın demeyeceği anlaşılırdıç

Diğer zamanlarda ise insanlara karşı tavrında bir ümitsizlik, neredeyse soğuk, bıkkın bir çaresizlik sezerdim.

"Ruslar tuhaf yaratıklardır," diye yazmıştı bir keresinde."Eleğe benzer, hiçbir şeyi içinde barındırmaz.Gençliğinde karşısına çıkan her şeyi açgözlülükle yutar; otuz yıl içindeyse geriye renksiz çer çöpten başka bir şey kalmamıştır...İnsanın iyi ve insan gibi yaşaması için sevgiyle ve inanarak çalışması gerekir.Fakat biz, biz bunu yapamayız işte.Bir iki tane eli yüzü düzgün bina yapmış mimar kart masasına oturdu mu ya hayatı boyunca o masadan kalkmaz ya da bir tiyatro kulisinin köşesinde bulunur.Muayenehane sahibi doktor bilimle ilgilenmeyi bırakır, tıp dergisi dışında bir şey okumaz; kırk yaşına geldiğinde tüm hastalıkların soğuk algınlığından kaynaklandığına ciddi ciddi inanmaya başlar.İşinin ne anlama geldiğine kafa yormuş tek bir memurla karşılaşmadım: Genelde büyük şehirde ya da vilayetinin baş kasabasında oturur, evrak doldurup ilgi çekmek için Zmiiv veya Smarhon'a gönderir.Ama tuttuğu o evraklar Zmiiv ve Smarhon'da birinin hareket özgürlüğünü elinden alacaktır; bir memur bunu yalnız bir ateistin cehennem azabını düşündüğü kadar düşünür.Başarılı savunmalarla isim yapan bir avukat adalete kafa yormayı bırakır, yalnız mülk davalarına bakmaya, kumar oynamaya, istiridyeler yemeye, tüm sanatların erbabı olduğunu düşünmeye başlar.İki-üç dişe dokunur rolde oynamış bir aktör repliklerini öğrenmekle uğraşmayı bırakır, ipek şapkasını takar ve bir deha olduğunu düşünür.Rusya doyumsuz ve tembel insanların ülkesidir: tabak tabak güzel yemek yemeyi, içmeyi, gündüz saatinde uyumayı, uyurken de horlamayı severler.Evleri temiz olsun diye evlenir, toplumda hoş görülmek için metres bulurlar.Bir köpeğin psikolojisine sahiptirler: dayak yediklerinde viyaklayarak kulübelerine kaçarlar; sevildiklerinde ise patilerini havaya kaldırıp sırt üstü uzanır, kuyruklarını sallarlar.

...

Hayatın önemsizliklerinin tragedyasını Anton Çehov kadar açık ve iyi bir şekilde kimse anlamamış; burjuvanın günlük yaşamının sönük karmaşasında okurlara kendi hayatlarının korkunç ve utanç vericiliğini merhametsiz bir gerçeklikle kimse göstermemiştir.

Ezeli dülmanı bayağılıkla hayatı boyunca mücadele etmişti; onu aşağılamış, sivri kalemi ile onu soğukkanlı tasvir etmiş, ilk bakışta en hoş, rahat ve görkemli görünen şeyde bile bayağılığın yavanlığını tespit etmişti -bayağılıksa sonunda ondan çirkin bir şakayla intikamını almıştı; Çehov'un naaşı, yani bir şaire ait olan naaşı, "İstiridye taşımak için" ayrılmış bir yük vagonuna konmuştu.

Bu pislik içindeki yeşil yük vagonu gözümde bayağılığın yorgun düşmanının karşısında zafer dolu muazzam bir kahkahasıdır; bulvar basınında görülen "Anılar"da ise, düşmanının ölümüne içten içe sevinen bayağılığın soğuk ve pis kokulu nefesini duyduğum iki yüzlü bir üzüntü mevcuttur.

...

"Vişne Bahçesi"nin gözü yaşlı Ranevskaya ile diğer sahipleri de buradadır: hepsi çocuk gibi bencil, hepsi bunak ve ham.Ölmek için doğru zamanı kaçırmışlardır; sızlanır, etraflarında olan biteni görmez, anlamazlar; bir daha hayata kök salacak kudrete sahip olmayan parazitlerdir.Sefil öğrenci Trofimov çalışmanın gerekliliklerini güzel sözlerle anlatır; tembellerin hatırına durmak bilmeden çalışan Vanya ile aptal aptal dalga geçer.

Verşinin üç yüz yıl içinde hayatın ne mutlu olacağını düşlerken, gözünün önünde her şeyin harabeye döndüğünü fark etmez; Solyoniy, sıkıntıdan ve aptallığından, zavallı Baron Tousenbach'ı öldürmeye hazırdır.

Tek ve uzun bir sıra halinde geçer önümüzden aşka, aptallıklarına ve tembelliklerine, hayatın nimetlerine duydukları açgözlülüğe esir olmuş erkekler ve kadınlar; onlar hayata karşı ölümüne bir korkunun esiridir; tedirginlikle ilerler, hayatı geleceğe dair ipe sapa gelmeyen sözlerle doldurur, şimdiki zamanda yer edinemediklerini hissederler.

Arada bu renksiz kalabalığın içinde biri bir tabanca sesi duyar: Ivanov veya Tripliyev yapması gerekenin ne olduğunu tahmin etmiş ve ölmüştür.

Çoğu iki yüz yıl içinde hayatın ne güzel olacağına dair düşler kurarken hiçbirinin aklına gelmez, yalnız düşlemekle vakit geçirirsek hayatı kim güzelleştirecek?

Çaresiz insanlardan oluşan bu kasvetli, renksiz kalabalığın önüne azametli, bilge ve ilgili bir adam geldi bir gün; ülkesinin ümitsiz sakinlerine bakıp hüzünlü bir tebessüm, kibar ama derin bir sitemle, yüzünde ve kalbinde gerçek bir ızdırapla, güzel ve samimi bir dille onlara şöyle söyledi:

"Yanlış yapıyorsunuz, dostlarım.Böyle yaşamak ayıptır."

...

Maksim Gorki
Anton Çehov'a Dair Hatıra Parçaları
Çeviri: Emrah Serdan
Albion'un Kızı - Öyküler Cilt-1 - Sonsöz
İletişim Yayınları

25 Temmuz 2024 Perşembe

Papillon (1973) - Soundtrack - Jerry Goldsmith

Papillon (1973) - Soundtrack
Jerry Goldsmith - Survival

Çehov Öykülerinden Alıntılar / Albion'un Kızı - Öyküler - Cilt 1

...

Podzatılkin'in kızının özelliği, hiçbir özelliğinin olmamasıydı.Onun zekası hakkında kimse bir şey söyleyemez, çünkü bu konuda yeterli bilgimiz yoktur, o bakımdan bunun üzerinde fazla durmayalım.Genel görünüşü de ahım-şahım bir şey değildi; burnunu babasından almıştı, çenesini de anasından; gözleri kedi gözleri gibi ufacık, yüzünün biçimi ise orta güzellikteydi.Piyano çalmasını biliyor, ama nota kullanmadan bu çalgıyı tıngırdatıyordu.Mutfakta anasına yardım eder, korsesini takmadan sokağa çıkmaz, perhiz bozan yemekleri ağzına koymaz, yazı yazarken kimi harfleri çokça kullanmaya pek düşkündü.Bir de adı "Roland" olan yakışıklı erkeklere bayılırdı.

...

(Evlilikten Önce)

---

...

Ortada büyük bir masa...Masanın üzerinde fındık-fıstık kabuğu konulmuş bir tabak, bir makas, yeşil renkli merhemle dolu bir kavanoz, birkaç kasket, boş kadehler görülüyor.Masanın çevresinde Kuzma Yegorov (köyün muhtarı), hasta bakıcı İvanov, kilise zangocu Feofan Manafuilov, bas sesli ilahici Mihaylo, ev sahibinin oğlunun vaftiz babası Parfenti İvanoviç ile teyzesine ilçeden konuk gelmiş bulunan Jandarma çavuşu Fortunatoc oturmaktadırlar.Masanın biraz ilerisinde Kuzma Yegorov'un delikanlı oğlu Serapiyon dikilmekte...Serapiyon il merkezinde berber olarak çalışmakta olup, pazar tatilinde anasını-babasını ziyarete gelmiştir.Delikanlının ürkek bir durumu var, titreyen parmaklarıyla bıyığını elleyip duruyor.

...

(Yargılama)

---

...

Bir süre sustu, sonra yeniden başladı.

Üstelik güzel kadın!Karı yaşlı olsa başına belayı aldın demekti, ama böyle biriyle yaşamak büyük mutluluk! Kadın değil ateş, kor parçası vallahi!Boynu da ne güzel, biçimli, ince ince tüylü !"

Stepan döndü, ağabeyinin yüzüne dik dik baktı.

"Günah! Günah! Bunu hiç düşündün mü?"

"Ne günahı? Yoksul adama günah mı olurmuş?"

"Cehennem ateşinde yanmak için zengini de bir, yoksulu da bir.."

...

(Hanımefendinin Arabacısı)

---

...

Kahkahalar sona ermek bilmiyordu.Birinci sıra koltuklarda oturan dazlak kafalılar gülmekten katılıyorlardı.Şefin suratı bir anda kırışıklarla kaplanarak yaşlı Ezop'un yüzüne dönüştü.O an duyduğu nefretten dolayı suratı lanet okuma isteğiyle kasılarak kıpkırmızı kesildi, adamcağız olduğu yerde tepinmeye başladı, elindeki değneği kaldırıp yere fırlattı.Oysa değneğini mareşal asasından daha yüce sayardı.Orkestra karmakarışık sesler çıkardıktan sonra birdenbire sessizliğe gömüldü...Soprano kız geriye doğru bir adım attı, çakılıp kaldığı yerde sallanarak arkasına baktı.Orada, sahne arkasında birtakım solgun, öfkeli insanlar gözlerini kendisine dikmişlerdi.Hepsi de kudurmuş hayvanlar gibi haykırarak onu yuhalıyorlardı.Operanın müdürü de şöyle bağırıyordu:

"Mahvettin bizi, kahrolası sürtük!"

...

Eğer namusuyla yaşayan, erdemli insanların söylediklerine bakılırsa yeryüzünde herkes yaptığının karşılığını bulacaktır.Bu duruma göre bizim orkestra şefi de cezasını çekecek miydi acaba?

...

(Operada Tatsız İki Olay)

...

---

Baron altmış yaşlarında, sıska, ufak tefek bir adamdır.Sırtında, ensesinden aşağıya doğru kocaman bir kamburluk bulunmaktaydı, bu kabarıklık ancak mezara girdikten sonra düzeleceğe benzer.Adamın köşeli bir kafası, şiş burnu, sulu gözleri, leylak rengine kaçan çenesi vardır.Hafif mavilik tüm yüzüne yayılmıştır, maviliğe neden olduğu sanılan bir şişe ispirto, tiyatro aksesuarcısının dalgınlığı sonucu kilitlemeyi unuttuğu dolapta durur.Beylik ispirto dışında Baron arada bir şampanya da içeri şampanyayı ise soyunma odalarında şişelerin, bardakların dibinde bolca bulma olanağı vardır.Baron'un sarkık yanakları, gözlerinin altındaki torbalar en ufak hareketinde, kurumak için ipe asılmış çamaşırlar gibi titrer.Kulaklıklı kürk şapkasının astarından kafasının dazlak yerinde yeşil bir iz kalmıştır.Baron giymediği zamanlar şapkasını götürür, bozulduğu için haylidir yanmayan, üçüncü kulisteki boynuz biçimli gaz lambasına asar.Sesine gelince, çatlak bir tencerenin tınlamasını andırır.

Peki, giyim kuşamı nasıldır dersiniz?Eğer onun kılığıyla alay etmeye kalkarsanız etkili insanları fazla takmıyorsunuz anlamına gelir ki, bu da size bir saygınlık kazandırmaz.Hele günlük giysisinin üstüne geçirdiği kahverengi pardösüyü hiç sormayın!Düğmeleri kopmuştur, dirsekleri parlar, astarı saçak gibi lime lime sarkar.Pardösü adamın dar omuzlarında kırık bir askıda durur gibi duruyorsa bunun ne zararı var?

...

"Uçurumun derinliklerine bakıp
Uzak dalgaların hışırtısını duyduğunda
Bu ıssızlık sürükler seni umutsuzluğa!"

...

Anlattığımız olayın geçtiği akşam Baron öfkeden, kıskançlıktan kuduracak gibiydi.Neden derseniz, Hamlet rolünü ince sesli, en önemlisi de kızıl saçlı bir gence vermişlerdi.Hamlet kızıl saçlı olabilir miydi?

...

"Ey kanlı şehvet düşkünü ikiyüzlü alçak!
Satılık, duygusuz, aşağılık zalim!"

...

(Baron)

---

...

Geçenlerde emekli olan bir zabıta müdürünü alalım ele.Adamcağız "toplantı yasağı koyulmamasına" takmış kafayı.Kalabalıktan ürktüğü için ailesiyle topluca yemek yemeyi bıraktı, köyün sürülerini kendi toprağına sokmaz oldu, yüzlerce ağacı bir arada görmemek için ormanını kesti.Bir gün onu bir toplantıya çağıranlara, "Toplanmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz?" diye çıkıştı.

...

(Mariya Grandioza Olayları)

---

...

Dalıp gittiği anılarından yorulduğunu hissetti.Tüm bedeni anılara dayanamayarak bitkin düşmüş, neredeyse hastalanmıştı; bacakları sanki onu taşıyacak durumda değildi.Çok sevdiği ayini izlemek için kiliseye kadar yürüyemeyeceğini anlayınca gerisin geriye evine döndü, çizmelerini, kürkünü çıkarmadan yatağa devrildi.

...

(Hırsız)

---

...

Genç kadın Gruzdev'e ürkek ürkek baktı.Soruyu soran adamın onurlu, sıcak, içten bakışları vardı; daha doğrusu ona öyle geldi.Bu düşmüş yaratıklar onurlu bakışlara bayılırlar, pervanelerin lambanın çevresine üşüştükleri gibi ışığa atarlar kendilerini.Böylelerine başka bir şey vermeniz gerekmez, bir kerecik sıcacık bakmanız yeterlidir.Masa örtüsünün saçaklarıyla oynayan Katya, acıklı öyküsünü utana sıkıla bir çırpıda Gruzdev'e anlattı.Hepimizin bildiği, sıradan bir öyküydü bu da.Karşısına çıkan bir erkek, verilen söz ve aldatılma.

...

(Laf, laf, yalnız laf)

---

...

7 Şubat: Tam yirmi kili birden izin için dilekçe vermesin mi bugün! Yani neredeyse memurların hepsi.Tümünün isteği de Kronştad'a gitmek.Nerede bu Kronştad? Samara ilinde değil mi? Bakın işe!

8 Şubat: Öyle üzgünüm ki! Canımın sıkıntısını memurlardan çıkardım.Her birini başka bir göreve verdim dürzülerin.Görsünler bakayım gönül işiyle ığraşmak neymiş! Geceleyin düşümde Kronştad'ı gördüm.

...

(Yirmi Altı)

---

...

Ağzında bir gevrek geveleyen Zazubrin, "Kırmızı astarla ilgili bir anım daha var," dedi."Gürcistan'da görev yaptığım sırada Konvertov adında ufak tefek bir albay vardı.Çoktan ölmüştür şimdi, toprağı bol olsun.Kendi halinde, hoş bir ihtiyarcıktı.Birkaç savaşa katılıp çarpıştığını biliyorum.Yararlı hizmetlerinden ötürü er rütbesinden ta albaylığa yükseltmişler.Çok severdim rahmetliyi.Albaylık rütbesini aldığında ata binecek durumda değildi.Çok yaşlanmıştı.Manevralarda kınından çıkardığı kılıcını gerisin geriye sokamadığı için ona emireri yardım ederdi.Kaputunun düğmelerin bile emireri iliklerdi.Beni bağışlayın, bu tirite dönmüş adamın tek bir düşü vardı, o da general olmak.Yaşlı, çökmüş bir ayağı çukurda ama gönlünde ne aslanlar yatıyor!

Adamcağız general olmayı kafasına koyduğundan emekliliğini de istemiyordu.Böylece bizde beş yıl daha hizmet etti ve diyebiliriz ki, sonunda amacına ulaştı.Ama nasıl ulaştığını tahmin edemesiniz.Adamcağızın yazgısı böyleymiş, demek ki.General rütbesini verdikleri gün ansızın katıldı kaldı.Yüzüne, sağ kolu ile iki bacağına birden inme inmişti...Bizim gösteriş düşkününe sırmalı general apoleti takmak nasip olmadı, istemeye istemeye emekliye ayrıldı.Yaşlı karısıyla birlikte memleketleri Tiflis'in yolunu tutmak zorunda kaldılar.Giderlerken adamcağızın bir yüzü ağlıyor, öbür yüzü kaskatı duruyordu.Pelerininin kırmızı astarıyla övünmek artık tek sevinç kaynağıydı onun için.Yolda giderken eteğini kanat gibi açıp içindeki kırmızıyı göstermekten gurur duyuyordu.Hamama gittiği zaman bile astarını dışa çevirip pelerininin öyle asardı.'Görün işte ben kimim' dercesine.Küçük bir çocuk sanki...Bir süre böyle avundu.Yaşı çok ilerlediği için gözleri de sönüverdi bir gün.Tuttular, caddelerde dolaştırsın diye yanına bir emireri verdiler.Bizim kır saçlı, tiride dönmüş ihtiyar üflesen yere düşecek durumdaydı, gelgelelim "Ben generalim!" diye caka satmasından yanına varılmıyordu.O karda kışta böbürlenerek pelerininin önünü açıp gezmesi görülmeye değerdi.Ne garip adamdı!Çok geçmeden karısı da öldü.Bizim bunak ağlayıp sızlıyor, karısıyla birlikte gömülmek istiyordu, ama bir yandan da pelerininin kırmızı astarını papazlara göstermekten kendini alamıyordu.

...

(Kale Gibi Dayanıklı Kadın)

---

...

İvan Petroviç gülücükler saçan yüzünü kaldırdı ve karşısında yazıcı Merdiayev'i gördü.Merdiayev patlak gözleriyle tam önünde dikilmiş, imzalaması için bir yazı uzatıyordu.Amirimiz yüzünü buruşturdu; sıradan bir iş, şiir dolu konuşmanın canına okumuştu.

"Bunu sonra da getirebilirdiniz.Konuştuğumu görmüyor musunuz?Ne terbiyesiz, nezaketsiz insanlar var şu dünyada! Bay Galamidov, bir de toplumumuzda Gogol'ün yarattığı tiplerin kalmadığını söylersiniz.İşte karşınızda aradığınız tip! Pasaklı, dirsekleri tiftimiş, saçlarını hiç taramaz, üstelik gözleri şaşı...Hele şunun el yazısına bir bakın! Bu yazının içinden şeytan bile çıkamaz.Düzen filan arama, belli ki okuması yazması kıt.Kunduracı çırakları böyle yazarlar ancak!"

...

(Okumanın Yararları)

---

...

"Bizde artık iyi yazar yetişmiyor" diye bir konuşması var ki, öldürür insanı.

Bu kanıya çok kitap okuduktan sonra varsa bari! Değil kitap, dergi dahi okuduğu görülmemiştir.Turganyev'i Dostoyevski ile karıştırır; karikatürden, şakadan anlamaz.Lelya'nın tavsiyesi üzerine bir keresinde ünlü Şçedrin'i okumuştu da bu yazarı "bulanık" bulmuştu.

"Puşkin'e gelince, ma chere, o hepsinden iyidir.Güldürücü şeyler yazmıştır, bilirim" dder.Ne tuhaf, değil mi?

...

(Yazlıkçı Bayan)

---

Albay, karısının giysilerini özenle uzattı, saçlarını düzelttikten sonra salonda bekleyen arkadaşlarının yanına döndü.Konuklar generalin portresi önünde yığılmışlar; paşanın şaşıran gözlerine bakarak onun mu, yoksa yazar Lajeçnikov'un mu daha büyük adam olduğunu tartışıyorlardı.Yazarların ölümsüzlüğüne inanan Dvoyetoçiyev, Lajeçnikov'un daha büyük olduğunu savunuyordu.Prujinski'nin savı ise değişikti:

"O bakımdan bir diyeceğim yok; kimi zaman güldürücü, kimi zaman acıklı öyküler yazdığı için Lajeçnikov'un yazarlığına kimse toz konduramaz.Ama gönder onu bakalım cepheye, bir bölüpe komuta edebilecek mi? Ya general, öyle mi? Komutasına koca bir kolorduyu versen, bana mısın demez!"

...

(Kol Kırılır Yen İçinde Kalır)

---

...

Anton Pavloviç Çehov
Albion'un Kızı
Öyküler - Cilt 1
Çeviren: Mehmet Özgül
İletişim Yayınları, 2020

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Görev fedakârlıktır - House of Dragon 2. Sezon (2024)

 House of Dragon 2. Sezon (2024)
s02e01
- kuzgun, görev fedakârlık -

Görev fedakârlıktır.
Her şeyi gölgede bırakır,
kanı bile.
Tüm onurlu adamlar,
bunun bedelini ödemelidir.

Çehov Öykülerine Giriş - Richard Pevear - Alıntılar

...

Çehov, 10 Mayıs 1886 tarihinde, kendisinden önce yazarlık yapmış ve mütevazı bir başarı yakalamış olan ağabeyi Aleksandr'a yazdığı mektupta, tanınan bir yazar olarak edindiği yeni mevkiinden, iyi bir öykünün sahip olması gereken altı ilkeyi belirlemiştir:

1. Siyasi, sosyo-ekonomik konularda uzun anlatımların olmaması.
2. Yalın bir nesnellik.
3. Kişi ve nesnelerin gerçeğe uygun tasvirleri.
4. Mutlak bir özlülük.
5. Cesaret ve özgünlük: Basmakalıplardan uzak durmak.
6. Sevecenlik.

Bakıldığında bu, Çehov'un icra ettiği sanatın şaşırtıcı ölçüde eksiksiz bir açıklamasıdır.Yazarın yorumu olabildiğince kısadır.Sıradan mı sıradan olaylar, birkaç ufak ayrıntı, birkaç sarf edilen söz, olmayan bir olay dizisi, münferit hareketlere ve ufak özelliklere odaklanma, hem titizlikle kotarılmış hem de pek anlaşılmayan bir ruh hali: Çehov'un izlenimciliği böyledir."Gelenekte dışarıdan bakıldığında ufak sanılabilecek bir değişim," diye yazmıştır eleştirmen Boris Eikhenbaum, "aslında bir devrim niteliğindeydi ve etkisi yalnız Rus edebiyatı değil, dünya edebiyatında da korkunç derin olmuştu."

...

Musiki, bir dil ile yazdığından değil, aksine, muhtemelen Rus edebiyatında en yalın dile sahip olan yazardır ama öykülerini musiki araçlar ile yapılandırır: kavisler, tekrarlar, kiplemeler, kesişen tınılar, beklenmedik kapanışlar.Mirsky'nin söylediği üzere özü ruhun geliştirilmesi değil muhafaza edilişindedir."Lirik kurgular"dır.Bu durum Çehov'un seslere verdiği önemi, bazı sesleri aynen kağıda geçirişini kısmen açıklayabilir: tahta sopalarını rap rap vuran gece bekçileri; bıldırcın kılavuzlarının, guguk kuşlarının, balaban kuşlarının ve öfkeli, yorgun kurbağaların ayrı sesleri; fırtınada çarpan pervazların gümbürtüsü, odun sobalarının uğultusu veya cıvıldaması, semaverlerin mırıldanması ve zillerin çınlaması -hepsi sembolik seslerdir; en meşhuru da eserlerinin son notası, yani Vişne Bahçesi'nin sonunda kopan teldir.

...

Çehov'un dünyası daha dağınıktır, kişileri daha tesadüfi biçimde geçici tiplerdir: yaz misafirleri, muayeneye gelmiş doktorlar, tarladaki avcılar, vapurda yolcular, yolu düşenler, taşraya savrulan şehirliler, şehirde kalakalan taşralılar.Kutsal yolculukların kesin bir gayesi yoktur.

...

Çehov yeni bir öykü yarattığı sırada, yeni bir yazar imgesi de yaratmıştı aslında: uzaktan gözlemleyen, ağırbaşlı, temkinli, mütevazı, doğruluk ve kesinlik ölçütüne göre nesrinin hammaddesine biçim veren, ideolojik aşırılıklardan, ahlaki yargıların baştan çıkarıcılığından, yüce fikirlerin boş gururundan kaçan bir zanaatkar.Çehov'un kendisi çoğunlukla böyle tasvir edilmiş, o da kısmen böyle olmayı istemiştir.İdeolojik noksanlıkları konusunu sık sık alaya alırdı.9 Ekim 1988'de Grigoroviç'e "Hala bir siyasi, dini ve felsefi dünya görüşüne sahip değilim," diye yazmıştı."Her ay değişiyor; ben de mecburen kendimi kahramanlarımın nasıl aşık oldukları, evlendikleri, çocuk sahibi oldukları, öldükleri ve nasıl konuştuklarının tasvirine bırakıyorum." Yazarın vazifesini bu olarak görüyor, bunu yeterli kabul ediyordu.

...

Dönemin önde gelen halkçı eleştirmeni Nikolay Mihailovski, Çehov'a hayran olanların onun muazzam sanatsal gerecini bir kırlangıca ve bir intihara, bir sineğe ve bir file, gözyaşına ve suya aynı "kayıtsızlık ve hissizlik" ile uyguladığı için hayran olduklarını söylemiş; bu keşfe 'gerçekliğin ıslah edilmesi' veya 'panteizm' diyorlar.Doğada var olan her şey (...) aynı derecede sanatın konusu olmaya layıktır, her şey eşdeğerde bir sanatsal zevk sağlayabilir; insanın genel bir fikre veya ilkeye göre seçim yapmaktan kaçınması gerekir," diye yazmıştır.Mihailovski'ye göre bunu yapmakla Çehov yeteneğini harcıyordu.Tüm takdirine rağmen Tolstoy da benzer fikirdeydi.Ağustos 1895'te, Çehov malikanesini ilk kez ziyaret ettiğinde, günlüğüne şöyle not düşmüştü: "Çok yetenekli, iyi de bir kalbe sahip, fakat şimdiye kadar belirli konularda kesin bir görüş edinememiş." Çehov'un seçtiği konularda ve ayrıntıları düzenlemekte ve tesadüfiliğe atfettiği yer, bütünü oluşturan genel bir fikrin eksikliği ya en büyük özgünlüğü ya da bir sanatçı olarak en feci kusuruydu.

Çehov, 4 Ekim 1888'de Svernyi Vestnik'in (Kuzey Habercisi) editörü Aleksey Pleşçeyev'e yazdığı bir mektupta kendini eleştirmenlerin saldırılarına karşı savunmuştur:

Aslında satır arasında tarafgirlik arayan ve beni ya liberal ya da muhafazakar olarak adlandırmaya çalışanlardan korkuyorum.Ne liberal ne de muhafazakarım; tedrici reform yanlısı da, keşiş de, kayıtsızlık yanlısı da değilim.Tek istediğim özgür bir sanatçı olmak, maalesef ki Tanrı bana bunun için gerekli yüreği vermemiş.Her türlü yalandan ve şiddetten nefret ediyorum; kilise katipleri de benim nezdimde Notoviç ve Gradovski (iki ilkesiz solcu gazeteci) kadar nefret uyandırıcıdır.İkiyüzlülük, alıklık ve despotluk yalnız tüccar evlerinde ve karakollarda karşımıza çıkmaz.Genç neslin icra ettiği bilimde ve edebiyatta bunu görüyorum.Kutsalların en kutsalı bildiğim şey ise insan bedeni, sağlığı, zekası, yeteneği, esini, aşkı ve hayal edilebilecek en mutlak özgürlük olan, her ne biçim alırsa alsın şiddet ve yalanlardan özgür olma hissi.Büyük bir sanatçı olsam peşine düşeceğim gündem işte bu olurdu.

...

Shestov'un 1908'de yazdığı, halen Çehov'un sanatına dair en derin analizlerden biri olan "Hiçlikten Yaratmak" denemesi dönemin manevi durumunu aşağıdaki gibi tasvir etmiştir.

"Önceden kestirmek imkânsız.Ümit etmek dahi mümkün değil.İnsan, neşeli ve ileri görüşlü zihnin işlemeyi reddettiği bir varlık aşamasına girmiş bulunuyor.Kendine olup bitenin açık ve kesin bir halini sunması söz konusu değil.Her şey garip bir absürdlüğe bürünüyor.İnsan her şeye inanıyor, hiçbir şeye inanmıyor."

...

1867 ve 1879 yılları arasında Taganrog'daki Rum okulunda okudu ve burada Ortodoks dinine uygun eğitim gördü.Ailesi tarafından da dindar yetiştirildi; babasının şeflik ettiği koroda erkek kardeşleriyle birlikte solistti; kilisede azizlerin mektuplarını ve Mezmurlar'ı okur, mihrap mihmandarlığı ve zangoçluk yaparlardı.Bu deneyimi kasvetle hatırlamış, daha sonraları inancını da yitirmiştir.Yine de en yakından tanıdığı kilise hayatı pek çok öyküsünde karşımıza çıkar; ayinler ve dualar hakkında bildikleri de muhtemelen Rus yazarlarınkinden daha doğrudur.Eserlerine de Hıristiyanlığa özgü cefa motifi sinmiş gibidir.Eleştirmen Leonid Grossman onu "her yaşayan varlığa Assisili Aziz Francesco gibi sevgi besleyen araştırmacı bir Darwinist" olarak tarif etmiştir.

...

1876 yılında Çehov'un babası iflas etti; borçlular hapishanesinden kurtulmak için en büyük oğlu Aleksandr'ın eğitim gördüğü Moskova'ya kaçtı.Aile de onun peşinden gidince, on altı yaşındaki Anton liseyi tek başına Taganrod'da bitirmek zorunda kaldı.Geçimini sağlamak için özel dersler veriyor, kıt kanaat geçiniyordu; buna rağmen 1879'da eğitimini tamamlamış, Moskova'daki ailesine katılmış ve tıp okuluna girmiştir.On yıl sonra Suvorin'e yazdığı bir mektupta (7 Ocak 1889), hayatının bu döneminde geçirdiği değişimi üstü kapalı olarak şöyle anlatır:

Soylu yazarların doğadan karşılıksız aldığını, aynı ayrıcalığa sahip olmayanlar gençliklerini bedel ödeyerek alırlar.Bir delikanlının hikayesini yaz bakalım; bir serfin, eski bir bakkalın oğlu, kilisede koroda şarkı söyleyen bir okul çocuğu, sonra üniversite talebesi; rütbeye riayet ederek yetiştirilmiş, rahibin elini öpmüş, başkalarının fikirlerine taparcasına inanmış, yediği her lokmaya şükretmiş, sık sık kırbaç yemiş, ayağında mestsiz öğretmen olarak dolaşmış, kavgaya karışmış, hayvanlara eziyet etmiş, zengin akrabalarının evinde akşam yemekleri yemiş, Tanrı ve insana ikiyüzlülük gösterip nihayet kendi anlamsızlığını kabul etmiş bir delikanlının-onun içindeki köleyi damla damla sıkarak nasıl çıkardığını; nasıl, güneşli bir sabaha uyandığında, damarlarında akan kanın bir kölenin değil, gerçek bir insanın kanı olduğunu fark edişini...

...

Lev Şestov'un Çehov'un eserlerinin yüreğinde bulduğu çelişkiye gelmiş oluyoruz:

İdealizmin her türü, açık da gizli de olsa, Çehov'da dayanılmaz bi huzursuzluk hissi uyandırırdı.Hümanist idealizmin kupkuru tesellilerini dinlemektense, açıkça materyalist olanların merhametsizliklerini dinlemekten daha mutlu oluyordu.Dünyada her insanı ezen ve felce uğratan yenilmez bir güç vardır: bu açık ve hatta hissedilebilirdir.En ufak düşüncesizlik en güçlüyü de en önemsiz olanı da devirebilir.İnsan ancak bunu kulaktan dolma bildiği sürece kendini kandırabilir.Bir kez ihtiyacın demirden pençelerine yakalandı mı, kendini idealistçe kandırmaya yönelik tüm iştahı kaçar.

Bu yüzden Çehov'un ciddiye aldığı, dolayısıyla da ciddi bir şekilde müdafaa ettiği tek felsefe, doğanın kurallarıyla karşı karşıya gelen insanın sürekli ayak uydurması ve boyun eğmesi gerektiğini söyleyen pozitivist materyalizmdir.İnsan ruhu yalnızca itaat edebilir.Öte yandan Çehov'da "itaat yalnızca göstermeliktir; altında bilinmeyen bir düşmana yönelik katı, kötücül bir öfke gizlidir."

...

Şestov'un savı üzerine düşünmeye değer, çünkü söylediği kolaylıkla yanlış anlaşılabilir.Çehov'a "ümitsizlik şairi" adını verir.Çehov'a genelde yöneltilen karamsarlık ve teslimiyet suçlamaları gibi görünse de, Şestov'un kasettiği şey başkadır.

Dolayısıyla Çehov'un asıl ve tek kahramanı ümitsiz insandır.Başını taşlara vurmak dışında önünde hiçbir eylem yoktur.(...)Elinde avucunda hiçbir şey yoktur, her şeyi kendisi üretmelidir.İşte bu "hiçlikten yaratma" ya da böyle bir yaratma olasılığı Çehov'un zihnini meşgul eden ve renklendiren tek meseledir.Kahramanın elinden her şeyi aldığında, başını taşlara vurmak dışında bir çare bırakmadığında Çehov tatmin benzeri bir duygu hisseder; o sönük gözlerinde yanan garip ateşe Mihailovski boş yere "meşum" dememiştir.

...

Çehov Öykülerine Giriş - Richard Pevear
Çeviren: Emrah Serdan
Albion'un Kızı - Anton Pavloviç Çehov - Öyküler Cilt-1 Önsöz
İletişim Yayınları

Şiir Nerede Başlar? (26) - Merasim Kıtası

Deniz Harp Okulu Komutanı olan Kıyat, öğrencilerden oluşan tören bölüğünün bir karşılama için bir saat öncesinden alana çıkartıldığını ve öğrencilerin orada amaçsızca bekletildiğini görür ve o bundan sonra öğrencilerin en fazla 15 dakika bekleyecek biçimde yerlerini almalarını söyler.Uygulama başlatılır."Bir emirler bir sorunu halletmiştim.Öğrenci artık boşu boşuna bir saat ayakta beklemeyecekti.(...) Bir gün gene bir karşılama töreninden bir saat kadar önce boru trampet sesleri işittim.Camdan dışarı baktım, hiç kimse yoktu.Herhalde bana öyle geldi dedim.Ama bir anda şeytan dürttü.Odamdan çıktım ve odamın tam karşısındaki komutan yemek salonuna daldım.Camdan baktım.Merasim kıtası arka bahçede duruyordu.Benim emrimden sonra çocuklar bir saat benim göremeyeceğim bir yerde bekletiliyor ve on beş dakika önce, benim göreceğim yere, yani merasim mahalline getiriliyordu."

Şiir Nerede Başlar? (26)
Atilla Kıyat - Üç Yıldız Bir Penaltı
Aktaran: Hakan Şahin
Türkiye'de Asker, Toplum ve Siyaset - Askerlerin Yaşam Anlatıları Üzerinden Bir Okuma

Meryem Ana

Şiir Nerede Başlar? (25) - Kör Kadı Hikâyesi

Adam, komşusunu kadıya şikâyet eder.Kadı, şikâyetin sebebini sorar.Davacı, “Efendim komşum çok doğru söylüyor” der.Kadı, “İyi ya kardeşim, herkes doğru söyleyeni arar.Sen neden doğru söyleyen komşundan yakınıyorsun?” diye sorar.Davacı, “Efendim çok doğru söylüyor, sözleri beni rahatsız ediyor” diye karşılık verir.“Pekâlâ” diyen kadı, çok doğru söyleyen davalıyı mahkemeye çağırır.Kadının bir gözünde ak vardır yani yarı kördür. İçeriye adım atar atmaz kadının gözünü gören davalı, “Esselamu aleyküm kör kadı” der.Kadı: “Vallahi ben doğru söyleyeni severim ama bu kadarı da fazla.” der.

Şiir Nerede Başlar? (25)
Kör Kadı Hikâyesi

Napoli 2024-2025 İç Saha Forması









Napoli 2024-2025 İç Saha Forması

Selamun Aleyküm Kör Kadı - Kör Kadı Hikâyesi

Adam komşusunu kadıya şikâyet eder.Kadı şikâyetin sebebini sorar.Davacı, “Efendim komşum çok doğru söylüyor” der.Kadı, “İyi ya kardeşim, herkes doğru söyleyeni arar.Sen neden doğru söyleyen komşundan yakınıyorsun?” diye sorar.Davacı, “Efendim çok doğru söylüyor, sözleri beni rahatsız ediyor” diye karşılık verir.“Pekâlâ” diyen kadı, çok doğru söyleyen davalıyı mahkemeye çağırır.Kadının bir gözünde ak vardır yani yarı kördür. İçeriye adım atar atmaz kadının gözünü gören davalı, “Esselamu aleyküm kör kadı” der.Kadı: “Vallahi ben doğru söyleyeni severim ama bu kadarı da fazla.” der.